Gezi Parkı'nın aktörleri

 

Gezi Parkı olaylarıyla sarsıcı günler geçiren Başbakan Erdoğan, ellerinde üç aydan beri olacaklara dair istihbari bilgi ve analizlerin bulunduğunu ifade etti. Bu gerçek ise arkasında komplo var demektir. Bu da örgütlü güçleri akla getirmektedir. Örgütlü güçler ise bir nevi gizli ve derin yapıların ifadesidir. Gerçekten de olayların arkasında bu türden derin güçler ve yapılanmalar var mıdır? Türkiye hala, 100 yıl öncesinde yaşanan 31 Mart olaylarının perde arkasıyla ilgili somut bir kanaate varabilmiş değil. Hala tartışmalar devam ediyor. 31 Mart’a dair teşhis billurlaşmış değil.  Ya da taraflar verileri kendine göre yorumluyor. Taraflar komplo teorilerinde iddialı ama herkes suçu birbirinin üzerine atıyor.  Ulusalcılar, Sultan İkinci Abdulhamit ve İngilizleri suçluyor, İslami kesimler ise Masonları ve Yahudileri.

Günümüze gelecek olursak:  Gezi Parkı olayları tam bir kombinasyondur. Tekil bir yapısı yoktur.  Katılımcılar açısından da vaziyet tam bir kombinasyondur. Gezi Parkı’nda ağaçlara müdahale sırasında olay hem kendiliğinden gelişmiş hem de gelişmesinde örgütlü yapılar rol almıştır.  Her ikisinin de derin odaklarla irtibatı veya teması olduğu varsayılabilir. Henüz bunu somut ve organik olarak ispatlama durumunda değiliz.  Sadece karinelere sahibiz. Lakin olayın bir ruhu, bir de bu ruhu omuzlayan iskelet anlamında örgütleri var. 

Önce derin güçlere ve yapılanmalara bir tarif getirmek gerekir. Bu hususta en deneyimli sağ ulusalcılardan, derin terkiplerin parçası Hüsamettin Cindoruk, derin devleti şöyle tarif etmiştir: "Derin devlet asker olarak bilinir ama birçok amilin bir araya gelmesinden oluşur ve bir ruhtur. Meydan okumalar karşısında harekete geçer.  Elbette derin devlet mücerret bir ruhtan ibaret değildir ve bunun dinamikleri vardır. Bu dinamikler geçmişte zinde güçler olarak nitelendirilmiştir. Asker ve kolluk kuvvetleri anlamında bu zinde güçler zaman olgunlaştığında darbe yaparlar. Bundan dolayı derin yapılanmaların içinde olduğu için MİT eski darbeleri bağlı bulunduğu hükümetlere bildirmemiştir.  Zamana ayarlı çalışırlar lakin zaman yani ruh harekete geçmeyince bu zinde güçler potansiyel seviyede atıl kalırlar."

Darbelerin daima iki ayağı olmuştur. Dikey boyut ve yatay boyut.  Yatay boyut örgütlü asabiyettir ki bunu Türkiye’de ordu temsil etmiştir. İkinci ayak ise dikey boyuttur ve zamandır.  Darbe bir terkiptir ve suyun molekülü iki oksijen ve bir hidrojen atomundan oluşması gibi darbeler de, zinde güçlerden ve zamanın ruhunun terkibinden oluşur. Bu açıdan Hüsamettin Cindoruk’un sözleri eksik ama yanlış değildir.  Zamanın ruhu yakalanamayınca darbeler de akim kalır.  Taksim’de birçok örgüt ve parti vardı.  Sağ eğilimli Milliyetçilerin mesafeli durdukları Gezi Parkı eylemlerine hem Kürt Ulusalcılar hem de Türk Ulusalcılar tam kadro katılmışlardır.  Hatta PKK ile devlet arasında kaynamaya yüz tutmuş eski yara Taksim sürtüşmesi nedeniyle tekrar açılma potansiyeline sahip bulunuyor.  Örgütlü katılım meselesi AKP hükümeti ile ABD arasında polemik konusu oldu. Başbakan Erdoğan’ın Baş Danışmanı İbrahim Kalın Taksim olaylarına katılanlar arasında Amerikan Elçiliğine de saldıran DHKP-C unsurlarının yer aldığını söylemesi ABD’nin yalanlamasına neden olmuştur. DHKP-C konusunda böyle bir polemik yaşansa bile tartışılamayacak bir husus Gezi Parkı ve Ankara’daki eylemlere toplumsal zeminden Alevi  kesimlerin yoğun olarak katılımlarıdır.  Ankara’da bir arbede sırasında polis kurşunundan çıkan merminin sekmesiyle ölen Ethem Sarısülük bunlardan birisidir.  Ölümü Alevi kesimler arasında da polemiklere neden olmuştur.

Bazı Yahudiler, Başbakan Erdoğan’ı Hitler’e benzetme eğiliminde iken bazı Aleviler de onu Yezit’e benzetme iştahı içindeler.  İran devriminden sonra moda olan ‘Her gün Aşure her gün Kerbela’ deyimine paralel yeni sloganlar üretmişlerdir. CHP Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun da paylaştığı bu yeni sloganlardan biri şudur:  Haksızlık karşısında 'Her Yer Taksim her yer direniş'.

İbrahim Kalın’ın ifade ettiği gibi DHKP-C de örgüt olarak Gezi Parkı olaylarına katıldı ise bu, olayların derin odaklarla irtibatını akla getirir ve hatta bu ihtimali güçlendirir. Türkiye’de şöyle bir kanaat vardır.  Terör örgütleri kendi aralarında Türkiye’ye karşı nöbet değişimi yaparlar. 

1970’lı yıllarda  ASALA Türk hedeflerine karşı  yoğun bir saldırı başlatmıştı.  Bu örgüt söndüğünde yerini çoktan PKK almıştı.  PKK ile DHKP-C örgütü ise uzaktan akraba sayılabilirler. PKK Kürt unsuruna dayanırken genellikle DHKP-C  Alevi kesimlere dayanmaktadır. PKK’nın genleşmeye başladığı sırada özellikle şehirlerde DHKP-C aktif hale gelmeye ve etkinleşmeye başlamıştır. DHKP-C ve sabık lideri Dursun Karataş bir nevi Türk Ebu Nidal’idir.  Suikastlarla adını duyurmuştur ve Avrupa tarafından himaye gördüğü kesindir. Zira Dursun Karataş sabıkalı olmasına karşın Türkiye’ye iade edilmemiştir. Ünlü işadamı Özdemir Sabancı bu örgüt tarafından öldürülmüştür.  Sonrasında katilleri Avrupa’da himaye görmüştür. Fehriye Erdal’ın Susurluk kazasında ölen Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ tarafından Özdemir Sabancı’nın yanına Sabancı Center’e yerleştirildiği ortaya çıkmıştır.  Susurluk kazası bir skandalı ortaya çıkarmış ve devletle örgütlerin iç içe geçtiğini göstermiştir. 

Paris’te üç PKK’lı kadının hunharca öldürülmesi de Türkiye derin yapısıyla bağlantıyı ama onun ötesinde Avrupa’ya uzanan mihrakları göstermektedir.  AKP’nin PKK ile barış sürecini baltalamaya matuf bir harekettir.  Paris, Reyhanlı ve Gezi Parkı birbirinin ardına patlayan ve Türkiye’yi sarsan gelişmelerdir.  Bu nedenle Başbakan Reyhanlı ile Gezi Parkı arasında bağlantı noktaları üzerinde durmuştur.

Özdemir Sabancı eylemcilerinden Mustafa Duyar da Almanya’dan Şam’a geçtikten sonra vicdan azabına dayanamayarak Türkiye’ye teslim olmuş ve hapiste iken derin yapının taşeronlar tarafından infaz edilmiştir.  Taksim’deki kombinasyonda derin sol örgütler olduğu gibi aynı zamanda derin kapitalistler de vardır.  Başbakan bu derin kapitalistlere ‘faiz lobisi’ demiştir.  Dünya devleriyle de bağlantılı bu derin kapitalistlerden kasıt, dar dairede Eczacıbaşı ailesi, Koç ve Boyner ailesidir. Bunların, Batıyı ve ötesinde Beyaz Türkleri temsilen daha ziyade ideolojik nedenlerle hükümete karşı durdukları varsayılabilir. Hükümeti kendilerinden saymıyorlar. Onu İslamcı olarak kabul ediyorlar. 

Dış basından CNN International ve BBC, hükümet ve destekleyenlerinin boy hedefi haline gelmiştir.  Eczacıbaşı ailesinin sahibi olduğu  NTV de yerel BBC sayılabilir. Zaten BBC’nin Türkçe haberlerini de servis etmektedir.  Başbakan Erdoğan'ın bir konuşmasını bitirmesinin ardından NTV Hitler belgeselinin fragmanını oynatmaya başlamıştır. Bu, Başbakan Erdoğan için bir Hitler ve diktatör imasıdır. Zaten Başbakan Erdoğan da kendisinin diktatör olarak suçlandığını hatırlatmaktadır.

NTV doğrultusunda Mehmet Ali Alabora da diktatör imasında bulunan sanatçı isimler arasında yer almıştır.  Mehmet Ali Alabora İlham Şahin’in Türkiye’deki karşılığıdır. Bundan dolayı Alabora Başbakan tarafından Gezi Parkı’nın kışkırtıcıları arasında gösterilmiştir.  İkisi arasında atışma biraz İlham Şahin ile Salah Abdulmaksut tarzını akla getirmiştir. Michael Rubin gibi İsrail bağlantılı Amerikan sağı tarafından Erdoğan bir İslamcı faşişte yani Hitler’e benzetildiği gibi Türk Putin’i olarak da takdim edilmektedir.  Gezi Parkı olaylarının boyutlarında sadece örgütsel derinlik değil tarihi derinlik de vardır. Tarihin iki ruhu arasında çekişme yaşanmaktadır.  Hatta Gezi Parkı olaylarında her darbe veya devrimden bir tutam aramak mümkündür.

Gezi Parkı olaylarında aktif kesimlerden birisi de İşçi Partisi ve onun hapisteki lideri Doğu Perinçek’tir.  Perinçek’lerin siyasi soy atası İttihatçıların ileri gelenlerinden Talat Paşa’dır.

Türkiye’de derin yapı veya odaklar denilince zinde güçler yani askerler akla gelir. En azından bir zamanlar böyleydi.  28 Şubat süreci ve 27 Nisan 2007 muhtırasından sonra ve özellikle de 2009 yılında darbe teşebbüslerini deşifre eden doküman ve belgelerin ele geçirilmesiyle birlikte zamanın ruhu değişmiş ve talih dönmüştür. Türkiye’de askeri vesayet geride kalmıştır.  Asker derin devletin bileşkesi olmaktan hızlı bir biçimde çıkmıştır.  Eskiden şöyle bir formülden söz edilirdi: ‘Ordu+CHP=iktidar veya 'Ordu+CHP= ihtilal'. Zamanın ruhunun değişmesiyle birlikte bu formül de geride kaldı. Şimdi kimse ordunun rolüne bel bağlamıyor. Bununla birlikte ideolojiler devrinde ordunun kısa zaman içinde politize olduğunu ve kanatlara ayrıldığını biliyoruz. İttihat ve Terakki döneminde Türk ordusu boğazına kadar siyasete batmış ve bundan dolayı Balkan Savaşlarında varlık gösterememişti. Bozgundan bozguna yuvarlanmıştı. 

Arap İttihatçılarından Abdunnasır’ın ordusu 1967 yılında İsrail karşısında İttihatçıların Balkan kavimleri karşısındaki pozisyonuna düşmüş ve bürünmüştür. Politizasyonu disiplinini bozmuştur.  Bu da savaşı kaybetmesine neden olmuştur. Hareket Ordusundan 100 yıl sonra yani 2009 yılı ve sonrası Türk Ordusu İttihatçı refleksini üzerinden atmıştır.  Bununla birlikte, siviller veya siyasiler arasında çekişme ve kutuplaşma askeri kuruma da yansıyabilir ve eski hastalık depreşebilir.  Genleşen kanatlar yeniden aktif hale gelebilir. İdeolojik kanındaki kurtarıcılık yeniden nüksedebilir. Şimdilik ordu aktif tarafsızlığını sürdürüyor.

Taksim’deki kombinasyonun içinde şimdilik cihet-i askeriye gözükmüyor.  Bundan dolayı Gezi Parkı olayları hükümeti yıkmaya yöneldi ise bunun içinde askerler yok. Bu anlamda operasyonu silahsız kuvvetler veya hareketler yürütüyor. 28 Şubat sürecinde sivillere böyle ad takılmıştır.

İşadamları arasında Koç ailesi bu meselede de birinci muharrik unsur olarak nitelendiriliyor. Halk arasında Ergenekon’u tanımlama sürecinde Rahmi Koç ile Süleyman Demirel  birinci adam olarak yarıştırılıyordu.  Aileden Ali Koç’a ait olan meşhur ve tarihi Divan Oteli, The Economist’in Türkiye temsilcisi Amberin Zaman tarafından Hotel Rwanda’ya benzetilmiştir. Koç ailesi çoktandır spekülasyonların odağındadır. Türkiye’deki derin devletin bir numaralı ismi olarak da anılmaktadır.  Bununla birlikte, Rahmi Koç 2000 yılında Erdoğan aleyhine yaptığı açıklamalardan çark etmiş ve uzlaşma yolunu tercih etmiştir. 

Gezi olaylarının arkasındaki muharrik güç olarak anılan ikinci kuşak Koç ya da Rahmi Koç sürpriz bir biçimde hükümeti ve ekonomiyi övmüştür.  Bununla birlikte, bu aile solun hedefinde olduğu günlerde; Erol Toy’un İmparator romanıyla itibarsızlaştırılmıştır.  Şimdi ise Gezi Parkı eylemlerinde ortak görünüyorlar.  İş çevrelerinden gençleri ayarttığına dair Koç ailesine yakın isimlerden İnan Kıraç ismi üzerinde de durulmaktadır.  2011 olayları sırasında da aynı isim yoğun olarak gündemde kalmış ve Başbakan Erdoğan’ın bizzat tepkisini çekmiştir.  Lakin bazı sanatçılar dışında Gezi Parkı olaylarında Başbakan Erdoğan isimler üzerinde durmak yerine odaklar üzerinde durmayı tercih etmiştir. 

2003 yılında kurulan hükümetinin ilk günlerinde de oligarşi üzerinde durmuştur. Bu bize Putin’in oligarkları tasfiyesini hatırlatıyor. Lakin Erdoğan onları tasfiye yerine onlarla geçinmeyi yeğlemiştir. Bununla birlikte, anlaşılan anlaşmazlık geri dönmüş ve Başbakan, şişman kedileri veya mal dünyasının timsahlarını tatmin edememiştir.  Bağırsak ameliyatı olduğu günlerinde Koç başbakanı yalnız bırakmamıştı.  Şimdi ise köprünün altından çok sular akmış olmalı. Başarı açıklamaları sadece zevahiri kurtarıyor. Bu yüzden de onlara faiz lobisi şekline hitap ediyor. Erbakan’ı deviren güç her ne kadar asker gibi görünüyorsa da asıl faktörün İstanbul dükalığı olarak anılan iş dünyası olduğu söyleniyordu. Bunlara patronlar kulübü veya derin iş dünyası da denebilir.  

Siyasette tutunamayanlardan biri olan Cem Boyner iş adamı devrimci olarak boy göstermeye çalışıyor.  Erbakan çevrelerinde 28 Şubat örtülü darbe sürecinde askerin, işadamları tarafından kullanıldığı yaygın bir kanaat idi. Yine başa dönmüş olduk.  Sol örgütler üzerinden iş adamları yine kazan kaldırıyor.  Ya da en azından Gezi Parkı görüntüsünün bir kısmı böyle.