Gazeteciliğin Çöküşü-Çöküş Gazeteciliği

Amerika’da gazeteciliğin çöküşüne karşı kaydadeğer bir ilgi gösteriliyor, hem kurumsal ticari haber medyası adına bir iş modelinin batışı bakımından hem de muhtâriyet kaygısı güden vatandaşlar için nâkıs, daima sûni, sığ ve anlamsız içerik bakımından.

Bu çöküş, siyasi ve iktisâdi sahalarda yaşanan, kökeni demokrasi ve kapitalizm arasındaki uyuşmazlığa giden daha büyük bir krizin parçasıdır. Hikaye anlatıcılığı için yeni gazetecilik vâsıtalarına çok ciddi ihtiyaç var.

Çöküş gazeteciliğine duyulan ihtiyaç hakkında çok az tartışma yapılıyor, ki sosyal adalet ve süreklilik gibi alanlarda çok çeşitli krizlerle karşı karşıya olan bir dünyanın hikayesini anlatma sorunudur. Modern dünyanın beşeri ve tabiî çevre üzerinde dramatik sonuçlara yol açan temel siyasi ve iktisâdi çöküşü, yeni hikaye anlatıcılığı vâsıtaları talep ettiği gibi ayrıca yeni bir hikaye de talep eder.

Bu makalenin amacı, mevcut sistemlerin başarısızlığını tetkik etmek ve gazetecilik işi merceğinden bakarak, temelden farklı başka bir şey hakkında nasıl düşünülmesi gerektiğiyle ilgili fikirler sunmaktır. “Nasıl düşünmeli” ifadesi “üzerinde düşünülüp taşınılmış bir plan sunmak” şeklinde anlaşılmamalıdır; bu zorlu sorulara ne benim ne de başkalarının mûcizevi cevapları yok. Yapılması gereken ilk iş, karşı karşıya kaldığımız her problemin ille de teşhis edebileceğimiz veya hatta hayal edebileceğimiz bir çözümünün hemen şimdi olmadığı gerçeğiyle yüzleşmektir; mevcut sistemlerin nasıl başarısız olduğunun teşhis edilmesi, başarılı olacak yeni sistemler tasarlama dirâyetine sahip olduğumuzu da garantilemez.

Yenilgiyi kabul eden bir tutum değil gerçekçi bir tutumdur bu. Başarı garantisinin yokluğu, başarısızlığın kaçınılmazlığı anlamına da gelmez ve bizi, neler olup bittiğini anlama ve zorlu bir dünyada mâneviyatı/ahlâkı temsil eden özneler olarak hareket etme sorumluluğundan kurtarmaz. Aslına bakılırsa, krizlere verilecek yanıtı şekillendirme teşebbüsü için böyle bir gerçekçilik elzemdir. Nihâi çözümler, o da şayet çözümleri varsa, şu an bırakın tafsilatını, genel hatlarını bile henüz göremeyeceğimiz, bugünkü anlayışlarımızdan çok daha farklı çerçevelerde çıkıp gelebilir. Sürdürülebilir tarım uzmanı Wes Jackson’dan ödünçle “mevcut cevapların ötesine geçen sorulara” odaklanma vaktidir.

Eski hikaye

Çetin sorunu ele almazdan evvel, dönemimize hâkim olan, sonsuz ilerleme ve sürekli genişleme anlatısı olarak anabileceğimiz hikayeye teşhis ve tanı koymak istiyorum. Çeşitli basın ve yayın organlarında görünen belirli hikayelerin oturtulduğu daha geniş bir kültürel anlatıdır bu.

Bu hikayenin tüm tarihinin bir dökümünü yapmak bu makalenin kapsamı dışındadır. Bu yüzden yazının kapsamını bu ilerleme/genişleme hikayesinin sadece ABD ve diğer gelişmiş ülkelere değil dünyanın büyük bir kesimine hâkim olduğu II.Dünya Savaşı sonrası döneme, benim de yaşadığım döneme, hasredeceğim.

Hikaye şu şekildedir: Modern dünyada insanoğlu, tabiatın nasıl çalıştığıyla ilgili anlayışımızı gayri beşeri kaynakları denetim altına almamıza, kullanmamıza ve ayrıca bu kaynakları daha âdil ve demokratik bir tarzda dağıtma yollarını bulmamıza imkan tanıyacak şekilde çarpıcı biçimde genişletti. İlerleme/genişleme hikayesi dünyayı liyâkatla yönetmeye kâfi bilgiye - veya bilgiye sahip olma istidadına - sahip olduğumuzu varsayar ve bilginin tatbikata aktarılması, teoride, herkes için sürekli artan bir bolluk sağlayacaktır.

II. Dünya Savaşı sonrasının iki büyük sistemi – ABD liderliğindeki kapitalist Batı ve Sovyet liderliğindeki komünist Doğu – bu hikayeye bağlılıkta birleşmişlerdir yani insanlar geleceği anlama, denetim altına alma ve şekilendirme kabiliyetine sahiptiler, bazı bakımlardan Tanrı benzeri varlıklardı. Aynı felsefe, büyük baraj projeleri, Yeşil Devrim modeli yoğun sulu tarım ve kimyasal tarımın ispatladığı üzere Hindistan gibi Soğuk Savaş sırasında bir miktar bağımsızlık tesis etmiş yerlerde bile hâkimdi.
Komünist meydan okumanın başarısızlığına “tarihin sonu” adı verildi; geriye kalan tek iş, teknik bilginin küresel kapitalizm ve liberal demokrasi sistemi içerisinde sallanıp duran problemlere uygulanmasıydı. Eşitsizliğin artarak devam etmesine rağmen, ekosisteme beşeri müdahale kaynaklı açık tehditlere rağmen ilerleme/genişleme hikayesi yaygın teknolojik köktenciliğin desteğinde hâkimiyetini sürdürüyor.
Bu felsefenin tampon çıkartması versiyonu şöyle: Daha fazla ve daha büyük olan daha iyidir, ebediyyen.

Ancak küçük bir problem var: Eğer bu hikayeye inanmayı, ferdi kararları ve toplumsal politikaları ona dayandırmayı sürdürürsek, gezegenin ekolojik sermaye düşüşünü çarpıcı şekilde hızlandıracağız ve ekosistem artık beşeri hayatı ayakta tutmaya güç yetiremeyeceği bir noktaya varacak. Bu süreç içerisinde sadece eşitsizliğin artmasını değil yoğun rekabet anlarında sosyal çatışmanın çarpıcı şekilde artmasını da bekleyebiliriz.

Bu eleştiri, histerik kıyametçilik olarak savuşturulmamalıdır; delillere bakınca mâkul bir muhakeme ürünüdür. İlerleme/genişleme hikayesi, bizi ahlâki ilkelerimizi ihlal eden ve sosyal istikrarı zedelemekle tehdit eden sebâtkar bir beşeri eşitsizlikle ve bekâmızı tehdit eden tehlikeye düşmüş bir ekosistemle başbaşa bıraktı. Bu problemlerin kökeninde yatan şeyleri değiştireceğimiz sistem ve kurum her ne olursa olsun, altta yatan ilerleme/genişleme anlatısı değişmek zorundadır.

Gazeteciliğin çöküşü

ABD'de, en azından kısa vadede, daha az sayıda basın yayın kuruluşunda daha az kaynakla çalışan daha az sayıda profesyonel gazeteci olacağı açıktır. Pew Araştırma Kuruluşu'nun Gazetecilikte Mükemmellik Projesi, State of the News Media-2010 başlıklı raporunda durumu özetlemektedir. “Gazete sanayii'nin 2000 yılından bu yana haber yapma ve haber düzenleme çalışmalarında 1.6 milyar dolar kaybettiğini tahmin ediyoruz. Geriye tahminen 4.4 milyar dolar kalıyor. Ekonomi iyileşse bile 2010 yılına kadar kesintinin devamını bekliyoruz.” Gazeteler acı çekiyorlar ama gel gör ki hiçbir haber medyasından iyi haber gelmiyor.

Kapasite kaybı, reklam gelirlerindeki azalmadan kaynaklanıyor: ABD'deki gazetelerin reklam gelirleri, online reklam gelirleri dâhil, 2009 yılında yüzde 26 oranında azaldı ve böylelikle son üç yıldaki toplam kayıp yüzde 43 seviyesine tırmandı. Yerel televizyon reklam gelirleri yüzde 22 oranında düştü ve bir önceki yılın çöküşü üç misli arttı. Diğer medya araçları da gelir kaybına uğradı: Radyo'da yüzde 22; dergide yüzde 17. Online reklam gelirleri de yüzde 5 oranında azaldı, ki haber siteleri gelirlerinin daha fena aşınmış olması muhtemeldir. Rapora göre kablolu yayıncılık, kafasını güç bela suyun üstünde tutabilen tek ticari sektör.

Gelir azalıyor, izleyici-dinleyici kitlesi de. PEW araştırması, izleyici-dinleyici kitlesinin yalnızca sayısal ve kablolu yayın yapan kuruluşlar için arttığını, yerel televizyon ve haber ağları için azaldığını bildiriyor. Basılı gazete satış miktarı 2009 yılında yüzde 10.6 oranında düşerken, günlük satış miktarı 2000 yılından beri yüzde 25.6 azaldı.

Bu azalış istihdama da yansıdı. Bir UNITY: Journalists of Color, Inc raporuna göre 2008 Eylül'ünden 2009 Ağustos'una kadar gazetecilikteki iş kaybı oranı, yüzde 8 olan genel istihdam kaybına kıyasla, yüzde 22. Haber sanayii'nde, 2008-2009 arasında, bir yılda, 35.885 kişi işini kaybetti.

Gazetecileri örgütlemek ve desteklemek için başvurulan yeni yollara rağmen – Pro Publica gibi yardım fonu sağlanmış haber kuruluşları, üniversite-haber bürosu ortaklıkları, profesyonel haber büroları ile vatandaş gazeteciliği arasında işbirliği tesisi ve çeşitli web projeleri dâhil – açık ki kısa vadede profesyonel gazetecilerin yaptığı gazetecilikte azalma yaşanacak.

Geriye kalan gazeteciliğin ise demokrasiyi pekiştirme projesi için değeri belli ki daha az olacaktır. Profesyonel gazeteciliğin, vatandaşların vatandaş olarak hareket etmeleri için ihtiyaç duydukları eleştirel ve bağımsız araştırmalar yaptığı bir altın çağ varmış gibi davranmak istemiyorum burada. Edward Herman ve Noam Chomsky gibi eleştirmenlerin dile getirdiği nedenlerden dolayı çağdaş profesyonel gazetecilik, mesleki uygulamalara yedirilmiş kurumsal ve ideolojik kısıtlamalar eliyle kösteklenmektedir. Sonuç itibariyle kurumsal medya sahipleri, çalıştıkları ve öteki hücre arkadaşlarını inzibat altına aldıkları ideolojik hapishaneyi kabullenecek şekilde sosyalleştirilmiş ana mecra gazetecilerini disipline etmek zorunda kalmıyorlar böylece.
Büyük ihtarlara rağmen çağdaş gazeteciliğin bayağılığa doğru kayması korkutucudur. Halkla ilişkiler gazeteciliğini, zor beğenen lokanta patronları hakkındaki eski bir şakayla açıklayabiliriz: “Buradaki yemekler berbat” diyen birine arkadaşı şöyle cevap verir: “Evet, ve porsiyonları küçültmüşler.”

Kalitedeki bu düşüşün göstergeleri yeterince açık: Eğlence takıntısı özellikle de büyük ölçekli gösteriler; cinselliğin ve şiddetin insan haysiyetini aşındırıcı şekilde sürekli olarak kullanılması; sonsuz bir şöhret hayranlığı, şöhret standartlarının aşağı düşmesi; gösteri ve şöhret değerlerinin kamuoyuna dayatılması.

Eğlencenin, keyfin ve zevkin veya insanların eğlence gösterilerinden zevk alma arzusunun karşısında olmak değil bu. Akli olanı yüceltme, hissi olanı alçaltma teşebbüsü de değil. Benim tercih ettiğim türden gazeteciliğin kaybetmesi karşısında nefsine düşkünlükten kaynaklanan bir mâtem de değil. Gitgide hissizleşen ve fikren yavan kültürümüzün tastamam doğru bir tanımıdır.

24 saat haber döngüsünde yeni haber merkezlerinin sayısındaki patlamanın gazeteciliğin çöküşündeki payı ne kadardır? (zira daha büyük bir medya canavarı beslenmeyi talep edecektir.) Sonuç/kâr odaklı haber müdürlerinin en tepedeki yöneticilerin talep ettiği olağanüstü kârı üretme takıntısının payı ne kadardır? Eski medyanın izleyici-dinleyici kitlesinde ve gelirlerde yaşanan çarpıcı düşüş, programcılıkta yeise sevkedecek şekilde ne kadar paniğe yol açtı?

Bu sebeplerin nispi ağırlı ne olursa olsun, sonuç açıktır: ABD'deki çoğu insanın haberleri aldığı ana mecradaki kuruluşlarda yapılan gazeteciliğin, vatandaşın demokrasideki rolüyle daha az, bağımsız eleştirel düşünme kabiliyetimizi körelten gazetemsi materyalle daha fazla alâkası vardır. Şayet gazeteciler daha iyi iş çıkardıkları önceki bir safhaya dönme mücadelesi verselerdi yeterince güç bir iş olurdu. Ama gazeteciler geçmişin standartları için gayret etmekle yetinemezler. Yeni bir gazetecilik şart.

Çöküş gazeteciliği

Gazeteciliği ve gazetecinin yüzyüze geldiği şu anki kriz – krizlerin bazısının kökeni profesyonellik patolojisi ve asılsız tarafsızlık iddialarına, bazısının kökeni ise kapitalizmin yırtıcı doğası ve onun asılsız demokrasi bağlılığına gider – ciddidir fakat haksız ve savunulacak bir tarafı olmayan/sürdürülemez bir dünyadaki uzun vadeli krizlere nispetle incir çekirdiğini doldurmaz. Gazeteciliğin çöküşüyle ilgilenmeli fakat bir çöküş gazeteciliği şekillendirmeye başlamalıyız.

 Temel önermemi yinelemek gerekirse: Modern gazetecilikte anlatılan belirli hikayeler her ne olursa olsun, o (küçük) hikayeler, daha büyük bir sonsuz ilerleme ve sürekli genişleme hikayesinin/anlatısının çerçevesine oturtulmuşlardır. Artık daha fazla genişlemeyen bir dünyada ilerleme fikrini yeniden düşünmeye muhtaç bir dünya ne tür bir hikayeye ihtiyaç duyar?

İşte hikaye: 17 Mart 2051 tarihinde dünya, kullanılabilir son varil petrolünü pompalayacak. O zamana kadar, beşeri elin yarattığı zehire doğrudan isnad olunabilecek kanser yüzünden yılda 125 milyon insan ölecek; su döngüsünün bozulması içme suyu miktarını öylesine azaltacak ki sonuç itibariyle her yıl beşeri nüfusun yüzde 18.9'u ölecek. 14 Haziran 2047 tarihinde dünya okyanuslarının yarısı, mühim seviyede bir deniz yaşamını artık destekleyemeyen ölü alanlar olacak. Üç buçuk yıl sonra da yüzey toprakları kaybı öyle bir noktaya inecek ki petro-kimyasal gübrelerin, zırâi ilaçların ve zararlı bitki öldürücülerin kullanılmasına rağmen mahsül en verimli topraklarda yüzde 50'ye, kirlilik ve sıkışma yüzünden çoktan kısırlarmış topraklarda ise sıfır düzeyine varacak. Şu var ki petro-kimyasallar bile bulunmayacak çünkü petrol olmayacak. Yeterli su da olmayacak dolayısıyla yeterli gıda da. Güvenilir genişbant internet hizmeti almak da zor olacak.

Peki, hepsi de gülelim diyeydi. Söz konusu hikaye bu değil şüphesiz. Bize lazım olan hikaye, çöküşün belirli veçheleri hakkındaki tahminlere odaklı olmayacak. Eğer insanlık şu anki seyrinde devam ederse, bu istatistiklerin hepsinin de gerçek olacağına şüphem yok. İnsanlık bu seyri kaydadeğer şekillerde en kısa zamanda değiştirmediği takdirde haşin bir gelecek bekliyor. Fakat gazetecilik, belirli bazı tahminler yapmak için koşuşturmak yerine, önceki paragrafı akla yatkın/mâkul kılan süreçleri insanların anlamasını sağlamaya yardım etmelidir, ki böylece o anlatılanlar komik durmasın. Sonsuz ilerleme ve sürekli genişlemeye – gezegenin ekolojik sermayesinin çok daha fazla beşeri tüketimi olarak tanımlanır - karşı sürüp giden teslimiyetin çıkmaz sokak olduğunu tanıyan pek az mizah var. Daha fazla ve daha büyük sadece daha iyi olmamakla kalmayıp ayrıca imkansızdır.

Bu görüşe karşı aldığım tepki genelde gezegenin fiziki sınırlarına çok fazla üzülmememiz gerektiği zira insan zekasının bu kaynakları kullanmanın daha zeki yollarını icâd edeceğidir. Bu teknolojik köktencilik – daha sofistike yüksek enerji kullanımı, yüksek teknoloji her daim iyi bir şeydir ve teknolojinin kullanımından doğan istenmeyen neticelerine daha fazla teknolojiyle devâ bulunabilir şeklindeki inanç – dini köktencilikten daha yaygın, daha tehlikelidir. Tarih bize öğretmektedir ki böylesi bir teknolojinin istenmeyen etkilerine karşı, gözümüzü ileriye dikerek, dikkat kesilmeli ve ihtiyatlı olmalıyız.

Köktenciler geleceğin her daim parlak olduğuna inanırlar zira öyle olmasını dilerler. Fakat sürekli genişleyen bir bolluk dünyasında yaşama arzusu - hem bolluk içinde yaşayanların hem de onun hasretini çekenlerin arzusudur – bolluğu garantilemez. Bunu şahsi düzlemde biliyoruz. Bir şarkıda denildiği gibi “istediğin her zaman olmaz”, ki birey düzleminde geçerli olan “tür” düzleminde de geçerlidir.

Böylesi bildirileri sorgulayanların “teknoloji karşıtı” olduğu söylenir ama ciddi tartışmaları raydan çıkarmaya ayarlı anlamsız bir ithamdır bu. Her insan ister taş isterse bilgisayar olsun teknolojiyi bir şekilde kullanır. Köktencilik karşıtı bir duruş, teknolojinin hepten kötü olduğu iddiasında değildir ve fakat yeni teknolojilerin tanıtımının, beşeri toplumlar ve gayri beşeri dünya üzerindeki öngörülebilir ve öngörülemez sonuçları nazar-ı dikkate alınarak ve geniş anlamıyla dünyayı kontrol edecek bilgimizin sınırlarının idraki içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini söyler.
O halde gazeteciler için yeni bir anlatı oluşturmanın ilk adımı, teknolojik köktenciliğin reddi ve çetin bir gerçeklikle ilgili olarak gerekenin yapılmasıdır: Gelecekte daha az enerjiyle iş yapmak zorunda kalacağız ve bu daha az teknoloji demektir ve bununla başa çıkmak için daha yaratıcı yollara ihtiyaç var. Gazeteciler o yaratıcılığın neye benzediği hakkında hikayeler anlatmalıdır. Çağdaş bilim ve teknolojinin “vay be'lerini” haberleştirmeyi reddetmeli ve daha derin bir ekolojik dünya görüşüyle ilgili faaliyetler üzerinde durmalıdır.

 Mütekabil bir ihtiyaç da söz konusu: İyi bir hayat kavramını yeniden tanımlayan hikayeler de anlatmalıdır. Temel yine pop şarkılarda: “Tek ihtiyacın sevgi” ve “parayla sevgi satın alınmaz.” Hepimiz mutâbıkız ama gene de ilerleme/genişleme anlatısı, “kazanmak ve tüketmek, iyi bir hayata muvâfıktır hatta galiba onun bir gerekliliğidir” inancına kök salmıştır.

Yeniden tanımlamanın merkezinde daha azıyla yetinmeyi hepimizin öğrenmesi gerektiğini kabullenmek yer alır. Servet bölüşümünde gülünç eşitsizliklerin olduğu bir dünyada kardeşlerimiz dürüst bir hayat için gerekli olandan daha azıyla yaşıyorlar, ki sosyal sistemlerin haksız doğasını yansıtmaktadır. Daha zengin sektörlerde bulunanlarımız için soru sadece insanlık ailesi içerisinde daha âdil dağılım için çalışıp çalışmayacağımız değil ve aynı zamanda dünyanın bize, hepimize daha katı sınırlar dayatmasına nasıl tepki vereceğimizdir.

Daha azıyla yaşamak sadece ekolojik bekâ için değil aynı zamanda insâni kemal için de çok önemlidir. Amerika'daki insanlar neredeyse herşeyde bir bolluk içinde yaşamaktalar – anlam hâriç. Mevcut sistemi en saldırgan şekilde savunanlar ya kültürlerinin ruhi boşluğunu kabul etmeyi reddederek derin bir inkar içindeler yahut da mevcut sistemin imtiyazlı hâmilleridirler. Fakirliğin fâzilete sevkettiği telkini değil bu ve fakat bolluğun fâzileti aşındırdığını tanımak ve takdir etmektir.

Yüksek enerjiden, tüm soruları cevaplayan yükek teknolojiden geri adım atan bir dünya bazı bakımlardan muhakkak ki daha zor olacaktır. Fakat insanların teknolojik “çözümler” olmaksızın başvurduğu yollar, insani bağların kurulmasına ve sağlamlaşmasına yardım edebilir. Esâsen, yüksek enerji/yüksek teknoloji dünyası ilişkilerin fakirleşmesine, geçmişten gelen kültürel tatbikatların ve o tatbikatların naklettiği bilginin imhasına katkıda bulunmaktadır. Bu köktencilikten geri adım atılması bir fedâkarlık değil bir tür konforun ve gönül eğlencesinin bir dizi başka ödül karşılığında takas edilmesidir. İnsanın neşvunemâsının toplumda meydana geldiğini ve insanlar tecrit içindeyken ilerlemeci sosyal değişimin gerçekleşmediğini tanımak için toplum hayatını romantikleştirmeye veya toplumlarımızın bünyesindeki eşitsizlikleri göz ardı etmek zorunda değiliz.

İnsanların iyi hayatın tüketimle ve gitgide daha sofistike teknoloji edinebilmekle eşanlamlı olduğuna inandıkları bir dünyada bu hikayenin anlatılması önemlidir. Çöküş gazeteciliğinde anlatılan belirli hikayeler, teknolojik köktenciliği reddedecek ve iyi bir hayat tanımlama mücadelesinde insanlara yardım edecektir. Gazeteciler bu şeyler hakkında sadece kuramsal olarak kafa patlatmak durumunda değiller; ABD'de insanlar böyle projelere faal halde girişmiş durumdalar. Çoğunluk değilse de, bu insanlar şehirleri dönüştürmeyi planlıyor, kalıcıkültür (permaculture) sistemleri geliştiriyor, bahçeler kuruyor, dumura uğramış yerli sanatları ihya ediyor, işçilerin mülkiyetindeki kooperatif işletmelerini örgütlüyorlar. Hâkim kültürün seçeneklerini yokluyorlar ve böyle yaparak, açık veya örtük biçimde, teknolojik köktenciliği reddediyor ve iyi bir hayatı yeniden tanımlıyorlar.

Teklif ettiğim çöküş gazeteciliği, yüzyüze geldiğimiz problemler hakkındaki hikayeleri, enerji daralması yaşayan bir dünyanın çetin gerçekliğini de içerecek. Fakat insanların ilerleme ve iyi hayatın yeni tanımlarıyla ilgili tecrübelerini de içerecektir. Böylesi bir gazetecilik yaklaşımı sadece tehditlere ışık tutmakla kalmayıp insanların bu tehditlerle baş etme yollarına da ışık tutacaktır.

Peygamberî sesi olan bir gazetecilik

Bu tür hikaye anlatıcılığını, seküler amaçlar için teolojik bir terimi ödünç alarak, “peygamberî sesi olan bir gazetecilik” olarak anacağım. Peygamberlerden ziyâde peygamberî ses hakkında konuşmayı tercih ediyorum zira herkes sesli konuşma yeteneğine sahiptir. Peygamberî olan, peygamber olarak sınıflandırılan insanlara mahsus bir hususiyet değildir. Geleceği görebilme iddiasını tanımlamak için kullanılan kehânet teriminden de içtinap ediyorum. Bu krizlerin giriftliği, ileride yaşanacakların tafsilatını tahmin edebilme iddiasının saçmalığını göstermektedir. Söyleyebileceğimizin tümü, birbirimizle ve gayri beşeri dünyayla ilişkilerimizde köklü bir değişim olmadığı takdirde, gelecek on yıllarda bizi tatsız ve zorlu şeylerin beklediğidir.

Yaşanacak o şeylerin neticelerinin, insanların karşı karşıya kaldığı herhangi bir şeyden çok daha ezici olması muhtemelse de önceki can alıcı tarihi anlarda insanlar, önlerinde belirli yollar olmaksızın, neticeler hakkında önceden bir bilgiye sahip olmaksızın, krizlerle yüz yüze gelmişlerdi. 25 yaşındaki Karl Marks 1843’te bir arkadaşına şöyle yazmıştı: “Dâhili zorluklar, hârici mânialardan daha büyük görünüyor…reformcular arasında genel bir anarşi durumu baş göstermekle kalmayıp geleceğin nasıl olması gerektiği hakkında hiçbir fikre sahip olmadığını herkes kendisine itiraf etmek durumunda kalacaktır. Öte yandan, dünyayı dogmacı şekilde öngörmememiz ve fakat eski dünyayı eleştirmek sûretiyle yeni dünyayı bulmak istiyor oluşumuz, yeni trendin avantajıdır şüphesiz.”

Peygamberî olanı, adaletsizliği yüksek sesle dile getirmek, güçlünün suistimallerine karşı koyma istekliliği ama aynı zamanda suç ortaklığımızı kabul ve itiraf olarak anlamalıyız. Peygamberî konuşma, evvela dürüstçe görmeyi yani hem anlatılmaz acılara yol açan gayrimeşru otoritenin dünyamızı nasıl yapılandırdığını hem de dünyanın imtiyazlı kesiminde yaşayan bizlerin o acılarda nasıl dahlinin olduğunu dürüstçe görmeyi gerektirir.

 Marks aynı mektupta bu nevi bir “amansız eleştiri” ihtiyacından bahseder: “Fakat geleceği inşa etmek ve tüm zamanlar için her şeyi yerli yerine oturtmak bizim meselemiz değilse de şu an başarmamız gereken şey haydi haydi açıktır: Tüm var olanları amansız eleştiriden geçirmeyi kastediyorum, amansızca yani hem varacağı neticelerinden korkmamak hem de güçlüyle olabilecek çatışmadan öyle pek korkmamak anlamında.”

Peygamberî konuşma, dünyanın adaletsizlikleri hakkında keşfettiklerimizi azaltmayı reddetmektir. İmparatorluk savaşlarını haksız olarak nitelemektir; dünyanın yarısını sefilâne bir fakirlik içinde bırakan ekonomik sistemi haksız olarak nitelemektir (…).
Bir diğer tarihi şahsiyet, Mohandas Gandi, 1909 yılında Hind Swaraj’ın ilk sayfasında bunu şu şekilde dile getirmişti: “Gazetenin amaçlarından biri, halkın hissiyatını anlamak ve onu dile getirmektir; bir diğeri, insanlarda arzulanır duygular uyandırmak; üçüncüsü ise halkın kusurlarını korkusuzca ifşa etmektir.

Bu vazifelerin – sıradan insanların hissiyatını anlama ve dile getirme ve sonra ilerlemeci gâyeleri savunma teşebbüsü ve bu esnada kültürdeki problemleri ifşa etmek – bir insanın hayatını kolaylaştırması pek muhtemel değil. Bu duruşu sergileyecek gazeteciler kendilerini, gücün dağılımını değiştirmeye ciddi şekilde ilgi duymayan yönetici seçkinler ile çöküşün zorlu gerçekleriyle yüz yüze gelmek istemeyecek kamuoyu arasında gerilimli bir yerde bulacaklar. Peygamberî bir mevkiden konuşmak, çok az rahat yüzü görmeyi garantilemek demektir. Zorlu zamanlarda doğruyu söylemeye adanmışlığın sonu budur, ki böylesi zorlu zamanlar hiç olmamıştı.
Fakat başkaları da benzer göz korkutucu sorunlarla karşı karşıya kalmışlardı. Eski Ahit'teki âdete baktığımızda, peygamberler yoz liderleri kınamış ve inancın, insan hayatının merkezine koyduğu adâlet taleplerine yüz çeviren imtiyazlılara seslenmişlerdir. Âlim ve eylemci Haham Abraham Joshua Heschel, peygamberler hakkında yaptığı çözümlemede şu sonuca varmıştır: Herşeyden evvel, peygamberler bize bir halkın ahlâki durumunu hatırlatır: Çok azı suçludur ama herkes sorumludur. Ferdin bir yere kadar toplum tarafından şartlandırıldığını veya ondan etkilendiğini kabul edecek olursak, bir ferdin cürmü, toplumun yozlaştığını ifşa etmektedir. Acıya kayıtsız kalmayan, zulüm ve yalancılığa karşı uzlaşmaz derecede hoşgörüsüz, Tanrı ve insan tekiyle râbıtasını koparmayan bir toplumda cürüm umuma yayılmayacak ve nâdir olacaktır.”

Çok azı suçludur ama hepsi sorumludur ifadesi, çöküş gazeteciliğinin parolasını sunmaktadır. Muayyen cürümleri işleyen güçlü mücrim şahısları kolaylıkla teşhis edebiliriz. Irak'ın gayrimeşru işgalinin suçlusu kimdir? Çok kolay! Bush, Cheney, Rumsfeld, Powell, Rice. Wall Street ve büyük bankaların kurtarılmasında suçlu kim? Bu da kolay! Bush ve Obama, Paulsen ve Geithner, Bernanke ve tayfası. Gazetecilerin vâzifelerinden biri de suçlunun peşinden gitmektir ama galiba çağdaş Amerikan haber medyasında olduğundan biraz daha fazla hararetle; gazetecilerimiz savaş suçlularını ve servet uşaklarını ele alırken pek nâzikler.

Ancak dünyamızın kırılgan durumuna baktığımızda, geleceğimiz bir bakıma hepimizin sorumlu olduğunu takdire bağlıdır, toplumdaki statümüze ve elimizdeki kaynaklara bağlı olarak.

Toplumun müreffeh sektörlerinde olanlarımızın cevaplandıracağı daha fazla şey var ve gazetecilerin vâzifesi, hepimizi rahatsız edecek sorular sormaktır. Gazetecilerin popüler olmasını sağlamaz bu ama yeni de değildir hani. Mesih bize dört İncil'de de hatırlatmaktadır: “Bir peygamber, kendi memleketinden, akraba çevresinden ve kendi evinden başka yerde hor görülmez.” (Markos 6:4)

Gazeteciliğin hiçbir zaman el üstünde tutulan bir meslek olmayışı, belki de sesini peygamberî şekilde yükseltecek mükemmel adaylar olmamızı sağlamaktadır.
Bu makale, 18 Mart 2010 tarihinde Hindistan'da (Chennai) Asian College of Journalism'de Lawrence Dana Pinkham'ın anısına yapılan konferans metninin bir versiyonudur.


Yazar hakkında: Teksas Üniversitesi gazetecilik Profesörü.

Özgün başlık: The Collapse of Journalism/The Journalism of Collapse: New Storytelling and a New Story (Gazeteciliğin Çöküşü-Çöküş Gazeteciliği: Yeni Bir Hikaye Anlatıcılığı ve Yeni Bir Hikaye)

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın