Ertuğrul Özkök'e açık mektup

 
Sayın Özkök,Doğan Grubu medyanın, özellikle yayın yönetmeni olduğunuz Hürriyet gazetesinin ülkemiz, insanımız ve demokrasimiz için önemini bilenlerden biriyim.
İnanınız, şu sıkıntılı, sancılı sürece yapacağınız pozitif müdahale, asla tahmin edemeyeceğiniz tarihî bir vazifedir.

Bu mektubu yazmama, dünkü yazınız sebep oldu. İçimde tereddütler, "yazsam bir şey değişir mi?" düşüncesi oluşmadı değil. Çünkü geçmiş dönemlere ait yayın politikalarınızdan ve bazı yazarlarınızın kolay kolay değişmeyeceğine inandığım kavgacı, katı, sert ve acımasız tutumlarından dolayı, grubunuza dair ümitlerimin mecalsiz olduğunu söylemek isterim. Buna rağmen yazmalıyım dedim. Çünkü yazınızda uzlaşma adına bir el uzatıyorsunuz. Bu elin havada kalmasının, Türkiye'ye kaybettireceği zararları düşündüm. Bizlerin, nefislerini aşıp, kendi mahallelerinin esaretinden kurtulup çok şeyler yapabileceğine hâlâ inanıyorum. Makul insanların uzlaşmasının, mutabakatının, tek çıkış yolu olduğuna ben de inanıyorum.

Bu ülkedeki dindar, muhafazakâr büyük çoğunluğun, demokratik laiklikle gerçekten bir meselesi yoktur, olamaz. Ama biliniz ki, bu büyük kitle rejim ve ülke için bir potansiyel tehlike olarak görülmekten çok bizar. Laik kesimin büyük çoğunluğunun da dinimizle bir problemi olmadığına samimiyetle inanıyorum.

Bu iki büyük kitlenin demokrasi ile de bir problemi yok. Günümüzde, Türkiye'de ve dünyada demokrasiden geri dönüş olamayacağını biliyorlar. İstedikleri, demokrasi takiyesi yapılmaması. Evrensel insanî değerlerde buluşacağımız, olgun bir demokrasinin barış, huzur ve refah zemini olarak adam gibi değerlendirilmesi.

Diyaloğu, hoşgörüyü ve uzlaşmayı da inanınız en çok dindar çoğunluk istiyor. Bunun zaman alacağını da biliyorlar. Toplumsal bir mutabakat için karşılıklı güven zeminlerinin kurulmasını öncelikli buluyorlar.

Uzlaşma adına teklif ettiğiniz formül, gerçekten bir çıkış yoludur. Kavga isteyen, yazılarıyla sadece kendi egolarını besleyen ve kendi mahalle sakinlerine seslenen ve ne kadar önemli adamlar olduklarını anlatmaya çalışan, sürekli maraz çıkaran "kalemşörler"e artık tavır koyalım. O kendilerinden menkul "iğreti misyon bayrakları"nı ellerinden alalım. Onları kınayalım. Onlara ayna tutalım. Onları cesaretlendirmeyelim. Onları himaye etmeyelim. Evet himaye etmeyelim... Bunda uzlaşalım. Mesela siz, bu çağrınızın hakkını vererek grubunuzdaki yazarlarınızla bir toplantı yapsanız. Kastımız, fikir ve ifade hürriyetini sınırlamak asla değil. Ama mesleğimizin etik kuralları da belli. İlk etapta onlardan, sadece bu kurallara uymalarını istesek. Halka hakaret etmeseler. Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam demeseler. Fikirleri, davranışları, tutumları eleştirseler, insanların şahsiyetleriyle uğraşmasalar. Yargısız infazlar yapmasalar. Hakaret etmeseler, alay etmeseler, okuyucuya tepeden bakmasalar, beğenmediklerine zulmetmeseler. Üslûp güzelliğinin örneklerini verseler. Siz medyanın amiral gemisinin kaptanısınız. Yani sizden başlasak... Bunu kafaya kakmak için değil, bir çözüm yolu olduğu için bütün samimiyetimle söylüyorum.

Çünkü fikri siz ortaya attınız. Benim gibi düşünenler sizi destekleyecektir. Siz bu yolu açarsanız, siz başlatırsanız, biz yan çizemeyiz. Biz de sizin takipçiniz oluruz. İnanınız medyada bir çığır açarsınız. Mihenk taşı olursunuz. Uzlaşmanın damgasını, ülkenin taşına toprağına, köyüne kasabasına, askerine siviline, siyasetçisine iş dünyasına siz vurursunuz. Tarihe geçersiniz... Biz medyada uzlaşırsak, makul insanlar da uzlaşacaktır. Biz sözümüzün eri olursak Türkiye, bütün krizleri aşacak cesareti ve heyecanı bulacaktır.

Selam ve sevgi ile...

 
Kaynak: Zaman