Enver Paşa'yı sevmek hakkında


Sizi bilmem ama ben hayatım boyunca hep yenilenlerin, kaybedenlerin yanında saf tuttum. Bunun için midir, bilmem, Enver Paşa'yı severim.

İki takımdan yenileni, "Ah bu da kaçar mı!.." dedirten, saç baş yolduran, altı pastan topu tribünlere gönderen santraforu tutar yüreğim. Onun için midir, bilmem, küme düşen takımları tutarım.

Aşkta kaybedenden, sevip de sevilmeyenden yanayımdır her zaman.

Bu yüzden eski Yeşilçam filmlerinde yer alan iki aşık yerine, mesela, arada kalan Ekrem Bora'nın kazanmasını isterdim.

Kazanamayacağını bile bile kaybetmeye mahkum olanları tutmanın, ne "yaman çelişki" olduğunu elbette biliyorum.

Lakin, beni çeken, yalnızca 'kaybedenlerin' hikayesidir…

Kerbelâ'daki Hüseyin, Timur'a esir düşen Yıldırım Bayezid, Libya'yı işgal eden İtalyanlara karşı halk hareketini başlatan Ömer Muhtar bana hep Sezai Karakoç'un, "Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır…" mısraını hatırlatır.

Hülasa, Karadeniz'de batıp batıp çıkan teknesinden eşine olan sadakatine, mahpusluğundan sürgünde arkadaşlarıyla çıkardığı "Liva el-İslâm" dergisindeki yazılarına kadar Enver Paşa'yı severim ben.

Sezai Karakoç, bir konuşmasında, Enver Paşa için (mealen) "Mecali kalmamış Osmanlı'nın Napoleon Bonaparte'ı olmak istemişti…" der.

Üstad haklıdır elbette.

Ne ki, Enver Paşa'nın "hasta adam" tesmiye edilen Osmanlı'yı yeniden o ihtişamlı günlere döndürme aşkına meftunum ben.

Selçuk Gürsoy'un, Salyangoz Yayınları'ndan çıkan "Enver Paşa'nın Sürgünü" adlı kitabındaki Enver Paşa veya Ahmet Özcan'ın "Açık Mektuplar"ında ele aldığı "ENVER" bize ezberletilen maceracı Enver Paşa değildir asla.

"Liva el-İslâm"ın altıncı sayısında (1Haziran, 1921) şöyle yazar Enver Paşa:

"İlk 1908 ihtilalinden evvel ve inkılapta ve onu müteakiben Trablusgarb'da ve Balkan harbinde, Harb–i Umumi'de takip ettiğim fikir ne ise bugün de odur. Bu da pek basittir. Avrupa ve Amerika'nın işletilen amelesinden ziyade sıkılan, canı çıkarılırcasına işlettirilen esir şarkın içinde; bütün Avrupa nüfusuna muadil olan dört yüz milyonluk İslamı kurtarmak için bu kitleyi harekete getirmektir…"

Mezkur derginin sekizinci sayısında ise şöyle haykırır:

"Son zamanlarda moda diye Avrupa'nın her şeyini bilerek bilmeyerek taklide savaştığımız sırada, milliyet modasını da kendimize zarar verip vermeyeceğini düşünmeyerek, Avrupalıların bize sokmak istedikleri şekilde almaya başlayanlarımız görüldü. Bugün İslam ailesini teşkil eden muhtelif anasırın bulunduğu vaziyetleri düşünmeyerek adeta yekdiğerine hasım olurcasına Harb-i Umumi esnasında birer müstakil Türklük, Araplık, ilh… cereyanı çıkarıldı. (…)

"Ey Müslüman Milletler! Artık uyanınız! Avrupalıların söyleye söyleye sizi de fenalığına inandırmaya çalıştığı Müslümanlığınızdan korkmayınız ve İslam ailesi içinde her millet, kendisini münferiden ilim ve silahla techiz ederek kurtarmağa çalışırken, diğer milletlerle birlikte kardeş gibi tevhid-i mesai ederek İslam binasını çürütmeye çalışan emperyalistlere karşı durunuz…"

Sözün sonunu, Enver Paşa'yı, "Yaşadığımız kabusun şifreleri dışında geriye hiç bir şey bırakmayan; bir komutan, bir devlet adamı, bir eş, bir insan nasıl olurmuş düşmanına bile ispat eden, bir yalnız ama büyük adam…" olarak nitelendiren Ahmet Özcan'a bırakalım:

"Enver bey, Siz, siyaseti yalanlarla, parayla değil, bileğinizle, yüreğinizle, haklılığınıza yaslanarak, çile çekerek ve elinizde avucunuzda ne varsa feda ederek yapıyordunuz. (…)

"Siz, doğru ya da yanlış, bir şeylere inanır ve onu sonuna kadar savunurdunuz. Bir fikriniz, bir sözünüz, bir namusunuz vardı. Öldürmenizi tabii ki tasvip etmek mümkün değil, ama gerektiğinde fikirleriniz ve inançlarınız için gözünüzü kırpmadan ölüyordunuz…"

Kaynak: Yeni Şafak