Dünyanın çok kutupluluğa doğru yürüyüşü

Dünyanın siyasî durumu, siyasî ve stratejik sonuçları açık bir şekilde değerlendirmemiş olduğunu düşünebileceğimiz Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla fazlasıyla belirlenmiştir. Oysa II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın tanık olduğu tek gerçek tarihsel kopuş budur.

Yaygın kanının aksine, 11 Eylül 2001, yeni bir dünyanın doğuşu sonucunu getirmedi. Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin yıkılışı duygusal şoka neden oldu ancak düyanın güçler dengesini temelden değiştirmedi: ABD sert bir şekilde etkilendi ancak belirgin bir şekilde zayıflamadı. Avrupa'nın, Çin'in, Rusya'nın ya da Japonya'nın dünya üzerindeki ağırlığı değişmedi. Oysa 9 Kasım 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılışı çift kutuplu dünyanın sonu ve kutupların yeniden oluşumunun başlangıcı olmuştu. Tek kutuplu bir dünyaya mı yoksa çok kutuplu bir dünyaya doğru mu gidiyorduk? Her ne olursa olsun, uluslararası ilişkiler Washington ve Moskova etrafında oluşan cephelerin ilişkileri olmaktan çıkmıştı.

Batılılar 1989'da tarih savaşını kazandıklarını ve dünyaya hükmedeceklerini düşünüyorlardı, şimdi ise gözlerinin önünde oluşan dünya dengelerini sarsmakta. 1987'de Mihail Gorbaçov'un danışmanlarından Georgi Arbataov, Amerikalı muhataplarına şunları söylüyordu: "Size verilebilecek en kötü hizmeti veriyoruz: Düşmanlarınızdan mahrum kılıyoruz"... En hafif ifadeyle ileri görüşlü bir tespit.

"Yeni dünya düzeni", Fukuyama'nın "tarihin sonu" öngörüleri, Batı değerlerinin dünyanın geri kalanına hakim olacağına dair abartılı kendini ikna formülleri, umulanın tersi sonuçlar verdi. Bu güçlerin çok azı Huntington'un 1993'te ortaya attığı medeniyetler çatışması uyarıları hakkında tedbir aldı: İki dünya savaşının ertesindeki yitirilmiş umutlardan sonra ABD, dünyanın istikrarı için hegemonyasının gerekli olduğu yargısındaydı. Avrupalılar da Soğuk Savaş'ın düğümünün çözülmesinin gerçek bir uluslararası kamuoyunun doğuşunu sağlayacağını düşünüyorlardı.

BATILI GÜÇLERİN 'GÜÇ DENGESİ' DEĞİŞİYOR MU?

Uluslararası ilişkilerin naif bir anlayışına göre bu belirsiz uluslararası kamuoyunda, herkes ya da hemen hemen herkes, şüphesiz Batı'dan ilham alan ama herkes tarafından evrensel olarak kabul edilen aynı değerleri paylaşacaktı: Erdemli ve saygılı bir çok taraflılığın yürürlüğe geçmesi, akla davet edilen haydut devletler, artık rolünün hakkını verebilecek olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, uluslararası adalet ve sivil toplumun oluşumu. Nihayet küreselleşme mutlu olacaktı: Ticarî koruma duvarlarını yıkarak ve kimliksel tepkileri gerileterek, senkretik bir küresel kültürü doğuracak ve tüm süreçler kazan-kazan süreçleri olacaktı!!. Bu aşırı mutlu çerçevede 90'lı yıllar bir dizi büyük törene sahne oldu: 1992'de Rio çevre, 1995'te Kopenhag toplumsal gelişme, yine 1995'te Pekin'de kadınlar günü, 8 Eylül 2000'de BM'ye üye tüm devletler tarafından kabul edilen Millenyum Beyannamesi: Barış, işbirliği, gelişme, özgürlük, eşitlik, hoşgörü ilan edilmişti... İyi duygular içinde yüzülüyordu... Hatta bazı yüksek mevkideki siyaset adamı devletten devlete klasik ilişkilerin aşıldığını ve realpolitik anlayışından artık vazgeçileceği fikrini geliştiriyordu.

Olguların zorlu evrimi onları hoyratça gerçeklik ilkesiyle yüz yüze getirdi ve azar azar büyük asıl durum ortaya çıktı: Dünya işlerinin ve uluslararası ilişkilerin idaresinin yürütülmesinde Batı'nın iktidarının tekeli durumunda değiliz. Batılı güçler dünya halklarının benimsetmek istedikleri ilkeler ve değerleri otomatik olarak kabul etmeyeceklerini anlamakta zorlanmaktalar. Böylece, örneğin insan hakları konusunda, Batılı güçler, bu hakların Güney halkları tarafından çoğu kez evrensel ilkelerle Batılıların egemenliklerini sürdürmek için öne sürdükleri değerlerin bir karışımı olarak görüldüğünü anlamayı reddederek, en iyi ihtimalle etkisiz kalmakta ve en kötü ihtimalle güçlü ret tepkilerini harekete geçirmekteler. Dünya halkları "çifte ağırlık-çifte ölçüt"ü benimsetmeye çalışan Batılı güçlerin eğilimini gitgide daha az kabulleniyorlar.
 
YENİ GÜÇLER VE YENİ KUTUPLAR

Kuşkusuz, Batılı güçlerin sonu gelmedi çünkü zenginlikleri, askerî güçleri, ilişki ağları hâlâ güçlü ve artık tekel değiller. Tüm halklar, insanlık tarihinde hiç olamamışın olmasıyla, artık siyasî olarak aktifler. Bu durum Avrupalıların 16. yüzyıldan, Amerikalıların ise 20. yüzyıldan beri oynadıkları rolü tartışmalı hale getiriyor.

Bu durum artık başka kutupların ve güçlerin ortaya çıktığına ve güçlendiğine işaret etmektedir: ABD ile ekonomik ve askerî nitelikli karşılıklı bağımlılık daha güçlü hale gelmektedir –bazıları bunu yeni G-2 olarak görmektedir-, bazı zorluklarına karşın temel güçlerden biri olmayı sürdüren Japonya, geri dönen ve ABD'nin biraz aşırı bir şekilde önemsiz gördüğü Rusya, Hindistan, Brezilya ve diğer bazıları. Avrupa Birliği hakkında gerçek bir belirsizlik hüküm sürmekte çünkü gerçekte Fransa, Almanya, İngiltere gerçekliği var ve AB'nin gerçekten yeni dünyada bir etki kutbu olmak isteyip istemediği sorulabilir. Avrupa'da böyle bir istek var ama aynı zamanda bir nevi kaygı da var, çünkü çok kutuplu bir dünya aynı zamanda çok kutuplu savaşa da işaret eder ve böylesi bir savaş sert olacaktır. Yine de çok kutuplu dünya hâlâ tam anlamıyla bir gerçeklik değil, çünkü öncelikle ABD'nin küresel gücüne denk bir güç mevcut değil. Yeni kutupların oluşumu ve Batılı güçlerin ve AB'nin tekelinin sonu tedricen ve yavaş yavaş ilerleyen bir süreçtir. Dünya hâlâ çok kutuplu değil ama bariz bir şekilde çok kutupluluğa doğru ilerliyor. Bu, daha ziyade iyi bir haber.

Kaynak: Zaman