DTP neden bir Gerry Adams çıkaramaz?


 
 
DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in İrlanda ziyareti öteden beri var olan bir teorinin, konunun muhatabı tarafından nasıl algılandığını gösterdi. Kürt sorununu başından beri İrlanda sorununa benzerliği ile ele alan ve benzer çözüm arayışlarına giren Kürt siyasetçilere Gerry Adams, 'sorunumuz benzer değil' cevabını vermiş.   
 
Keşke mümkün olsa ve aynı Gerry Adams, DTP'ye, var olan sorunun aşılması için gerekenin; otorite, meşruiyet ve kutsallığı başka bir merkezden yani dağ-İmralı'dan kendi alanına çekmek olduğunu anlatsaydı.

Siyaset üretememenin nedenleri

Geçen haftalarda bu sayfada 'DTP bir Garry Adams çıkarabilecek mi?' başlıklı bir yazı yayımlandı. Konu edilen, İrlanda pratiği ve onun nasıl barış isteyen bir siyasi lider sayesinde çözüme kavuştuğuydu. Soru son derece yerinde ve tartışma doğru. Acaba DTP şiddeti dışlayan bir lider çıkarabilir mi? Bu soruya cevap verebilmek için DTP çizgisinin şiddete karşı tutumuna yakından bakmaya ihtiyacımız var. Görünen, DTP içindeki en iyi niyetli ve ılımlı siyasetçiler için bile dağ/şiddet/terör, mutlaka az sayıda istisnası var, bir özgürleşme sembolizmi anlamına geliyor. Sırrı Sakık'ın Meclis kürsüsünden yaptığı açıklamaların altında yatan mantık da Leyla Zana'ya o sözleri söyleten de aynı düşünce; İmralı, kim ne derse desin şiddete bulaşmamış, eline silah almamış, Kürtlerin özgürleşmesi için hayatını vakfetmiş bir siyasi lideri ağırlıyor onlara göre. Ve asıl önemlisi; ovadaki siyasetçi kendisini inisiyatif alacak donanım ve yeterlikte bile görmüyor. Diyarbakır'da konuştuğum bir DTP'li 'Aslında dağdakiler bizden çok daha ilerideler. Bugüne kadar dağdakiler yerel yönetimlerde ya da merkezî siyasette yaptığımız herhangi bir açılıma asla 'hayır' demediler. Hatta yerel yönetimlerde ve DTP bünyesinde, aktif, katılımcı, demokratik çıkışlar yapamadığımız için eleştiriliyoruz. Dağın gerisinde kaldık.' diyordu. Tehlikeli olan bu siyasal söylem değil. Bana daha tehlikeli görünen, bu siyasetçinin söylediklerinin önemli bir kısmına samimiyetle inanması oldu.

DTP'nin siyaset üretememesinin gerisindeki nedenler hakkıyla irdelenmiş değil. Anlamlı, etkili ve canlı bir siyaset yaratma araçlarının hangi nedenlerle Kürt siyasetinin elinden alındığı, üzerinde dikkatle çalışılmayı bekleyen bir alan... Siyasal kültürün neden gelişemediğini, neden demokratik, farklı eğilimlere hayat hakkı tanıyan bir siyaset ortamının yeşertilemediğini çoğumuz az çok biliyoruz. Ama sanıyorum sorunun en derininde Kürt zihinsel sermayesinin başından bu yana şiddet sarmalında biçilmesi yatıyor.

1984 yılından itibaren Kürt seçmen, devletin işaret ettiği partiler ya da onun alternatifi PKK çizgisindeki partiler tarafından temsil edildi. Gerçek bir demokratik çeşitlilik bölgede bilinen nedenlerle sağlanamadı. Bu boşluğu dolduran PKK çizgisindeki partilerin hitap ettiği seçmenin en öncelikli sorunu kimlik oldu. DTP bugün artık sadece kimlik siyaseti yapamayacağının bilincinde. Ama kimlik dışındaki alanları doğru tanımlayıp sorunların çözümünü sağlayacak parti içi mekanizmalardan yoksun. Bir önceki yazımda sözünü ettiğim parti içi hiyerarşide etkili olan değer sistemi değişmediği sürece bu değişimin sağlanması mümkün görünmüyor.

Çünkü, yıllarca şiddetin gölgesinde üretilen politik alan, gücünü mutlak itaat kavramından alıyordu. Bunun doğurduğu sonuç legal alanın, illegal alan karşısında mevzi kaybetmesiydi. Gelinen aşamada Kürt siyasetinin Öcalan'sız bir çözüm tahayyül edememesinin kökeninde bu algı yatmaktadır. Her miting alanının değişmez sloganı 'be serok jiyan nabe!' yani 'başkan olmadan özgürlük olmaz' cümlesi devamla itaatin kaynağını göstermektedir.

Aslında DTP'nin önündeki en büyük handikap, şiddetin ürettiği karizmanın karşısına demokratik zihniyetten beslenen bir başka gücü koyamamasıdır. Parti tarafından kabul edilen tüm kutsal değerler ayrı bir merkezde üretilmiş olduğundan herhangi bir partili bu kutsallığı referans almakla kendine bir otorite sağlayabiliyor. DTP'nin harcını oluşturan aşırı otoriter karakter, tabanda biriken talepleri siyasete kanalize edecek araçları yok ederken partiyi bir başka handikapla karşı karşıya bırakıyor. Ve sanırım DTP'yi bekleyen asıl tehlike, bugüne kadar dışında tuttuğu Kürtleri kazanamayacak olmasıdır. Elinde AKP'nin son seçimlerde hızla yerleştiği boşluğu doğru okuyacak araçları olmadığı gibi, seçmeni kazanma yolunun, o yığınların kendi gerçek gündemlerini yakalamak olduğunu kavramakta da zorlanıyor. Yani sıradan bir Kürt'ün 'dağdakiler indirilsin' önceliği olmayacağını, insanların şiddetten uzak bir hayatı hızla kurmak ihtiyacında olduklarını kavrayamıyor DTP. Ve asıl önemlisi kendi tabanına dahi, kulağa hoş gelen ama ne anlama geldiğini kendilerinin dahi anlayamadığı şık bazı argümanları 'demokratik, özgürlükçü, eşit, katılımcı demokrasi modeli'ni kavratabilmiş değil.

Politik alana dair normlar, kodlar, basamaklar Kürt siyasetinde doğallıkla üretilemediği için, siyaset bu tarz şık ama içi boşaltılmış argümanlarla geçiştiriliyor. Siyaset üretememenin görünen sonucu miting meydanlarına yansıyor. Bugüne kadar hiçbir şey yapamasa bile miting için ateşli kalabalıklar toplayan DTP çizgisi, artık kalabalıkları toplamakta zorlanıyor. Gençler miting saatlerinde internet cafe ve alışveriş merkezlerinde, dağ çağrıştırmayan yeni hayat ve beklenti alanları yaratırken, orta kuşak içine kapanarak uzak duruyor yaşananlardan.

'Ede Bese-Artık Yeter!' mitingini birlikte izlediğim gazeteci arkadaşım akşam tekrar görüştüğümüzde 'Sana inanılmaz bir görüntü göstereceğim.' demişti. Sözünü ettiği görüntü İstasyon Meydanı'na yakın bir kahvehaneye elinde gaz silahıyla dalan bir Çevik Kuvvet polisinin çıkış anını görüntülüyordu. Aceleyle dışarı fırlayan polisin arkasından gözleri kan çanağı olmuş öksüren ihtiyar erkekler çıkıyordu. Kimisi mendilini çıkarmış gözlerini silerken kimisi ağlıyordu. Dışarı çıkan takım elbiseli yaşlı bir Diyarbakırlı, polislere seslenerek 'Yahu yapmayın günahtır, yazıktır. Biz İslam'ız, Müslüman'ız, günahtır, yapmayın.' diyor ve belki de polise ettiği sitem onu rahatlatmadığı için mitingde toplananları kastederek 'Onların Allah belasını versin.' diye küfrediyordu. Sonrasında görüntülerde ağlayan ihtiyarlar ve çaresiz etrafına bakınan kahve müdavimleri vardı. Polise öfkeliydiler. Gösteriler düzenleyerek politika yapan, sokakları şiddetin 'meşru savunma alanı' haline getiren kadrolara daha da öfkeliydiler.

Kana kilitlenip kan kaybetmek

Seçimlerden hemen sonra yazdığım yazıda DTP'nin kendi içinde bir bölünmeye gideceğini belirtmiştim. Ve beklenen oluyor bugün. DTP değişime açık olanlar ve aşırı angajmanları nedeniyle zihnini dağdan kurtaramayanlar, dahası kendini dağdakinden daha aşağıda gören ruh haliyle siyasetinin içini dolduramıyor bugün. Çünkü kim ne derse desin siyaset bir samimiyet sahnesidir. Seçmen dediğimiz halk yığınlarının tuhaf bir biçimde samimi siyasetçiyi samimi olmayandan ayıran araçları varken siyasette hiçbir çaba karşılıksız kalmıyor. Ve Kürt seçmenin gözünde giderek kendisi olamadığı için samimiyeti sorgulanan, kan rantının yarattığı hiyerarşide büyük yanlışlara düşen Kürt siyaseti, kana kilitlendiği için kan kaybediyor. DTP'nin neden bir Gerry Adams çıkaramayacağının cevabı da burada karşımıza çıkıyor. Çünkü şiddeti reddeden ve barış kavramına içini boşaltmadan kelimenin haysiyetiyle sahip çıkacak bir siyasi lider çıkarması DTP'nin kendi varlık amacı ile örtüşmüyor. Değer tanımlarının dağda üretildiği bir siyasal yapıda ova sadece fizik değil, ruhsal da bir yetersizliğin yeri olacaktır. Çünkü ovadaki siyasetçiler özgürlüğün, barışın ve demokrasinin gelecekse eğer, dağdan geleceğine inanmıştır bir kez!
 
Kaynak: Zaman