Doğu – Güneydoğu için bir hassasiyet çerçevesi

Sınır ötesi harekat ve bunun için hazırlanan tezkere, Doğu – Güneydoğu'da yaşanan sancıyı bambaşka boyutlara taşımış bulunuyor.

Oysa, 22 temmuz sonuçları yepyeni bir durum ortaya çıkarmıştı.

Bölgede CHP – MHP yoktu ama, Ak Parti önemli ölçüde oy almıştı. Ak Parti etnik bir parti değildi. Bölgeye yönelik söylemleri etnik eksenli değildi. Kendisini muhafazakar ve demokrat olarak tanımlayan bir parti idi. Ve dört buçuk yıllık iktidarı döneminde bölge insanı ile bu çerçevede bir ilişki kurmuştu. Bu çerçevenin içine bölgeye götürülen yol, su mikro kredi gibi hizmetler de girmişti.

Ak Parti bu hüviyetiyle girdiği seçimlerde, bölgede etnik söylemle hareket eden partiyi, yani DTP'yi bile sollamıştı.

Bölgede mahalli yönetimlerde DTP hakimiyeti vardı ve Ak Parti, 2009 seçimlerinde mahalli yönetimleri DTP'nin elinden alabileceği umudunu taşımaya başlamıştı.

Bu, Doğu – Güneydoğu'da yıllardan beri yaşanan ve ülkeye hem maddi anlamda hem insan unsuru anlamında büyük kayıplar getiren çatışma zemininin ortadan kalkması ümidini vermekteydi.

Oysa bugün...

Seçimlerin üzerinden sadece üç ay geçti ve bölgede hava birdenbire değişti.

Yeniden şehitleri ve terörü konuşmaya başladık ve iş sınır ötesi harekata kadar geldi.

Etnik söylem yeniden yükseldi.

Bir yandan DTP sözcüleri, bir yandan sınır ötesinde Barzani, işi "Kürtlerin savaşı" haline getirmek için ne mümkünse yapıyorlar.

Bunun anlamı, bu tür gerilimler içinde etnik bilinci yükseltme hesabı...

Belli ki, Doğu – Güneydoğu'da işler durulursa, toplum, Ankara tarafından birinci sınıf insan muamelesi gördüğüne inanırsa, problemlerinin giderilmesi için çaba gösterildiğini görürse terör örgütü için işler kesatlaşacak.

Çünkü bu tür misyon örgütleri, ancak problem derinleştikçe var olacaklarını bilirler.

Vaktiyle komünist hareket içindeki örgütler, halkın proleterleşmesini, yani zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri kalmamasını isterlerdi. Çünkü ancak öyle kitleleri ihtilal gibi bir var oluş – yok oluş eylemine sürükleyeceklerini bilirlerdi.

Doğu Güneydoğu'da kahvelerden, umudu sıfırlamış gençler de böyle toplanıyor.

-Nasıl olsa sıfırı tüketmişsin, gel dağa çıkalım! Kürtlük için savaş, hayatını garantile!

Böyle çağrılıyor gençler...

Doğu – Güneydoğu'nun gençlerine ulaşmış ve bir umut ışığı yakmışsanız kimi toplayacak terör örgütü?

Geçtiğimiz dört yılda Doğu – Güneydoğu'ya böyle bir ümit taşındı ki halk oyunu, terör tehditlerine rağmen farklı istikamette kullandı.

DTP için çanlar çalmaya başladı. Bunu gördü DTP ve onu destekleyen terör örgütü...

O yüzden terör örgütü yeniden bölgeyi kanatmaya ve çatışma söylemi üretmeye yöneldi.

Maalesef DTP de, bu çatışma söylemine sahip çıktı.

"Diyarbakır için savaşırız!"

"Arkamızda Cudi var!"
"Türkiye Irak topraklarına girerse halklar arası savaş olur"

DTP sözcülerinin biri sustu öteki başladı!

Savaş, savaş, savaş!

Buradan nereye? Belki Amerikan koruması, birilerine, bu gerilimden bir devlet çıkarma ümidi vermiştir.

Bu işten bir devlet çıkar mı bilmem ama, bölge halkları için ateş ve kan çıkacağı muhakkak.

Oysa Türkiye bunu asla istemez, isteyemez.

Türkiye, bu coğrafyanın en sorumlu ülkesi olmak durumunda, hatta zorunda.

Terör örgütü belki, her şeyini kaybetmişler güruhu halindedir.

Ama Türkiye, bu coğrafyada yaşayan bütün halklar için her şeyin kazanılmasını öngören bir tavır içinde olacaktır.

O yüzden, sınır ötesi harekat noktasına gelindiğinde bile Türkiye'nin ihmal etmemesi gereken bir hassasiyet çerçevesine ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü sınır ötesi bile sınır içinde bir barış ikliminin oluşması içindir. O yüzden ben, şöyle bir hassasiyet çerçevesinin hayati olduğunu belirtmek isterim:

Terörle sonuna kadar mücadele edelim. Şehit tabutları gelmesin bölgeden...
Ama yaptığımız hiçbir hareket veya ağzımızdan çıkan hiçbir söz, bölge halkını incitmesin. Bölge halkına yönelik hiçbir ayrımcılık hissedilmesin. Bölgenin yaşadığı her alandaki sıkıntı hiçbir zaman küçümsenmesin, hele hiçbir zaman yok farz edilmesin. Olay, asla Türk - Kürt ayrımı ekseninde mütalaa edilmesin. Bölgeye yönelik eğitimi, kültürü, ekonomiyi kapsayan bir şefkat harekatı -hem resmi hem sivil boyutu ile- kesintisiz devam etsin. DTP'nin köşeye sıkıştırılması gibi bir politika izlenmesin. DTP'nin legal zeminde kalması için, bazen onlara rağmen hassasiyet gösterilsin. DTP ile iletişim geliştirilmeye çalışılsın.

Dağdakilerin mutlak anlamda imhası gibi bir politika yerine, her zaman dağdan inmeleri ve rehabilite edilmeleri politikası seslendirilsin. Çocukları dağa çıkmış ana - babaların acısı gözardı edilmesin. Mümkünse onlarla iletişim içerisinde dağdan inme projeleri yapılsın. Bölge insanı ile daha sıkı, daha toplumsal derinliklere inen bir iletişim zemini oluşturulsun. Kuzey Irak'la ilgili söylemde asla "Kürt karşıtlığı" imajı verilmesin. Devletin bütün üniteleri ahenkli olsun. Devletin sıcak bakışını sembolize edebilecek davranışlar sergilensin.

Son olarak şunu söylemek isterim:

Vatanımızın bütünlüğü, her şeyden önce insanımızın bütünlüğü ile birebir ilişkilidir. Bu ülke insanını etnik faklılıklara rağmen kader birliği, gönül birliği, duygu birliği içinde tutabilmek... Başarmamız gereken iş bu...