Şu sözler sayın Abdullah Gül'e ait.
"Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanıyım. Dünyada Türk devletini ben temsil ediyorum. En gizli evraklarına ben vakıfım. En gizli belgelerini ben koruyorum. Kapıların arkasında ya da açık ülkenin çıkarlarını ben savunuyorum. Bana güvenilmeyecekse güvenilecek insan sayısı kaçtır?"
Bunları Çifte standart ya da haksızlığa uğradığınızı düşünüyor musunuz? gibi bir soruya karşılık olarak söylüyor.
Bir soru daha soruluyor:
Adaylığınızın darbeye yol açacağı mesajını aldınız mı?
Böyle bir soruya cevabı ne olabilir bir Dışişleri Bakanı'nın?
Son bir haftada yaşanan hasarı düzeltmenin dışişleri bakanı olarak kendisine düşeceğini belirttikten sonra "Demokrasi yerinde, hukukun üstünlüğü var, herkes Türkiye'ye güvensin diye mücadele vereceğim." diyor.
Bunun adı kan kusup, Kızılcık şerbeti içtim demekten başka bir şey değil.
Devletin en gizli evrakına ben vakıfım diyen, dünya platformlarında Türkiye'nin artık öngörülebilir bir ülke olduğu temasının altını ısrarla çizen Dışişleri Bakanı Cuma akşamki genelkurmay bildirisinin kendisi için sürpriz olduğunu belirtiyor.
Öngörülebilir ülkenin Dış işleri Bakanı'nın , tabii ki demokratik sistem üzerinde derin kuşku bulutları oluşturan sanal muhtıradan haberi olmuyor.
Ama Türkiye'yi savunacak...
Demokrasi yerinde, hukukun üstünlüğü var, Türkiye'ye güvenin!
Türkiye'nin dramı bu olmalı.
Bu öngörülebilirlik meselesinin altını bir bakan daha çiziyor.
Ali Babacan. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve AB koordinatörü...
Yani hem Türkiye'yi dünyaya pazarlayacak, hem Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmeye çalışacak.
-Genelkurmay açıklamasını kimsenin beklemediğini söylüyor Babacan.
"Belli standartları yakalamış Türkiye'de 'böyle bir şey olamaz' deniyordu, diyor.
-Bu açıklama dünya piyasalarının Türkiye'ye konduramadığı bir gelişmeydi, diyor.
Ve..
-Siyasetin getirdiği risk primi zaten hesaplarımızın içindeydi, cuma akşamına kadar. Ancak bu siyasi risk primi üzerine bir de siyaset dışı risk primi eklendi. Biz bunun bedelini ödemeye başladık. Türkiye, cuma akşamına göre daha fakir bir ülkedir. Cuma akşamına göre Türkiye'deki varlıkların değeri düşmüştür, diyor.
Peki ne oldu da böyle oldu?
Türkiye'nin en gizli evrakını teslim edebildiği, Milli Güvenlik Kurulu üyesi bir insan, Türkiye'yi bütün Uluslar arası platformlarda temsil eden bir insan, Türkiye'nin çıkarları için diplomatik savaş veren bir insan, bir Dışişleri Bakanı Cumhurbaşkanlığına aday oldu ve arkası geldi.
Meğer bu insan Cumhurbaşkanı olamazmış.
Meğer bu insanı Cumhurbaşkanı yapmamak için ülkeyi darbe atmosferine sokan bir bildiri bile yayınlanabilirmiş.
Peki niye Cumhurbaşkanı olamazmış Abdullah Gül?
Onu cumhurbaşkanı yapmamak için ülkeyi belirsizlikler içine sürüklemeyi, ve ülke ekonomisini bile riske atmayı göze aldıracak hangi suçu varmış Abdullah Gül'ün?
Tek suç: Eşin başörtülü olması.
Suç!
Evet eşiniz başörtülü ise, ülkeye yaptığınız yapacağınız tüm hizmetlerin üstü çizilebiliyor.
Nasıl bir ülkeyiz biz?
Başbakan'ın, Dışişleri Bakanının ve nihayet Cumhurbaşkanının eşinin giyim kuşamının bile devlet tarafından belirlenmek istendiği ülkenin adı nasıl özgürlükler ülkesi olabilir?
Nasıl birileri çıkıp, tüm devlet kurumları üzerinde irade beyan edecek bir bildiriye imza atabilir?
Bu bildiriden tabii ki Başbakan'ın da haberi yok.
Zaten bu tür bildiriler, muhtıralar, darbelerden, başbakanların haberi olmuyor.
Türkiye'nin çıkarlarını en iyi bildiklerini düşünenler başbakanı, dışişleri bakanını, meclisi, hatta cumhurbaşkanını devre dışı bırakarak meydana çıkıveriyorlar.
Düşünelim:
Acaba cuma akşamki sanal muhtırayı hazırlayıp yayınlayanlar, bunun Türkiye'ye bedelini hesap ettiler mi?
Türkiye cuma akşamına göre daha fakir diyor ekonomiden sorumlu devlet bakanı...
Haydi bakalım, kim tazmin edecek bu fukaralık faturasını?
Bir el uzandı ve herkesin cebinden parasını aldı... Bir puanlık faiz artışı, yıllık 2 milyar Yeni Türk Lirasının kaybı anlamına geliyor.
Bildirinin bir boyutu bu demek.
Bildirinin bir başka boyutu, Türkiye'de birileri her zaman hükümeti, meclisi, cumhurbaşkanını bile devre dışı bırakabilir demek.
Ve bu insanlar hakkında kimse soruşturma vs. açamaz demek.
Böyle bir bildiri yayınlamak hak mı?
Kimin hakkı? Kime verilmiş böyle bir hak?
Şimdi sivil kadrolar seferber olacak. ve içerde dışarda meydana gelen hasarı tamir etmeye çalışacak. Bekle gör politikasını izale etmek için uğraşacak.
Ama birileri bildiri yayınlarken herhangi bir kaygı duymayacak...
Herkesin yaptığı işin hesabını verdiği ülkenin adıdır Hukuk devleti...
Hukuk devleti olmak bir anayasa emridir.
Kafasına esenin ülkede darbe havası estirecek bildiri yayınlayabildiği bir ülkede, ciddi bir hukuk sorunu var demektir.
Bu da ciddiye alınacak bir durumdur. Bizden söylemesi:
Yeniden iyi akşamlar diliyorum, sağlıcakla kalın efendim.