Dış politikada 'eksen kayması' ve İsrail sorunu1

Türkiye'nin dış politikası üzerinde Avrupa ve Amerika'da yayınlanan son yorumlar merak, ilgi ve biraz da övgü dolu "yeni Osmanlı", "istikrar", "aktif rol" gibi terimlerden, Batı'dan uzaklaşmaya işaret eden "eksen kayması" terimine doğru kaymaya başladı.

Türkiye'nin zaten sorgulana gelen AB ile ilişkileri bir yana, NATO üyeliği bile tartışılıyor artık. Yorumları biraz yakından irdelediğimiz zaman elle tutulur, "eksen kaymasına" işaret edilebilecek bir şey bulmak ise oldukça zor, İsrail'le yaşanan kriz dışında. Zira İran ile ilişkiler yeni değil, Kafkaslar'da Ermenistan'la ilişkiler etrafında gelişen yeni dinamik, Türkiye'yi Batı'ya yaklaştıran bir süreç. Hükümetin "demokratik açılım projesi" Kopenhag Kriterleri açısından tarihî diyebileceğimiz önemli bir adım. Hükümet PKK'yı dağdan indirmeyi başarır ve demokratikleşme sürecinde mesafe alırsa, AB'ye üyelik tartışmasını gerçekçi kılıcı hale sokar. Kıbrıs konusunda da yapıcı tavır sergileniyor. Düne kadar övgü yorumları ile izlenen bu süreç neden birdenbire "eksen kayması" oluyor? New York ve Avrupa basınını lobilerin etkisinde varsaysak bile, neden Türkiye'yi içeriden izleyen, aralarında saygın gazetecilerin de bulunduğu Bab-ı Ali yorumcuları da kullanıyor bu terimi? Bu biraz Türkiye'ye Batı gözlüğü ile bakmaya alışmış Türk aydının sosyalizasyonundan kaynaklansa da, özünde İsrail'le yaşanmakta olan krizden de kaynaklanıyor. Zira bu kriz sadece Yahudi dünyasını değil, bu satırların yazarını olduğu gibi, Türk aydınlarının önemli kısmını derinden kaygılandırıyor. Fakat bir sorunun aşılmasında ilk ve en önemli adım sorunun doğru tahlilidir. Bu yüzden "eksen kayması" olayı Türkiye'nin İsrail politikasından mı, yoksa İsrail'den mi kaynaklanmaktadır, sorusunu doğru tahlil için irdelemekte yarar var. Fakat bu soruya eğilmeden önce genel olarak zor olan İsrail üzerine tartışmayı sağlıklı kılmak için, bir iki konuya değinmek istiyoruz.

İsrail ve Yahudilerin acı tarihi insanlık tarihi için birçok boyutu ile küçümsenmesi gereken derslerle doludur. Bu tarih sadece politik olarak değil, Türkiye' de kültür ve eğitim politikasının da önemli unsuru olması, gelecek nesiller için bir kazanç kaynağı olacaktır. Türkiye tüm Avrupa ülkeleri için geçerli olduğu gibi, aşırı sağ ve ırkçı akımların var olduğu bir ülkedir. Türkiye'de ırkçı söylem Kürt sorunun aşılmasını engelleyen bir olgudur. Türkiye'de anti-semit akım ve düşüncelere fırsat vermemek için, sorunun bu boyutuna dikkat etmekte yarar var. Kaldı ki Avrupa da anti-semit ve İslamofobik kaynaklar birçok bakımdan örtüşüyorlar.

Bu konuda ikinci önemli olgu Yahudilerin tarihini göz ardı eden bir politikanın Filistin sorununa çözüm bulamayacağı gerçeğidir. Biz biraz daha ileri gidelim ve şu önemli gerçeği vurgulayalım. Filistin'de, hatta Orta Doğu'da İsrail'i kazanmadan barış ve istikrar mümkün değildir. Sadece Arapları göz önüne alan bir politika ile barış sağlanamaz. Hükümetin bu gerçeğin bilincinde olmadığını sanmıyoruz.

Erdoğan'ın hayal kırıklığı

Yukarıdaki tarihî gerçekler göz önünde bulundurulduğunda İsrail'in İran'ın nükleer programına karşı gösterdiği hassasiyeti de anlamak gerekir. İran'ın nükleer macerası enerji kaynaklarının yokluğundan kaynaklanmıyor şüphesiz. Kaldı ki İran'ın nükleer silaha sahip olması, sadece İsrail için bir tehdit unsuru değil, tüm Orta Doğu'yu cadı kazanına çevirecek boyutta tehlikeli bir gelişmedir. İran'ın nükleer teknoloji ve atom bombasına sahip olması Türkiye ve Suud-i Arabistan, Mısır gibi birçok ülkenin nükleer teknoloji ve silahı sahiplenme girişimini beraberinde getirir. Bu tehlikeli sürecin önüne geçilmez ise, zaten istikrarın ve demokratik kültürün zayıf olduğu bölgede barış nerede ise imkânsızlaşır. Bu konuda İsrail'in hassasiyeti ile Türkiye'nin çıkarları ve bölge politikasındaki istikrar hedefi yüzde yüz örtüşmektedir. Buna rağmen İsrail ile ilişkiler en kötü dönemini yaşamakta ve Türkiye ile İsrail arasında hissedilir bir yabancılaşma yaşanmaktadır. "Eksen kayması" mıdır sorun, eksen nerede kaymıştır?

Eksen kayması terimi genelde yapısal ve politik köklü dönüşümler sonucu gerçekleşen bir sürece işaret etmek için kullanılır. Bu tür bir dönüşüm bugünden yarına olmadığı gibi, genellikle "radikal" veya "devrim" terimlerinin kullanıldığı süreçler değildir. Türkiye'nin dış politikasında köklü bir dönüşüm yaşandığı şüphe götürmez. Bu konuya döneceğiz. Fakat İsrail ile ilişkiler dört gün içerisinde zirvede olan iyi ilişkilerden, kelimenin tam anlamı ile bir çökme yaşamış ve krize dönüşmüştür, yani radikal bir değişim yaşanmıştır. Hatırlayalım, Ankara'da Olmert ve Erdoğan, Suriye ile doğrudan müzakereleri, hatta Gazze sorununu tartıştıktan dört gün sonra Erdoğan İsrail'in Gazze'ye saldırısını televizyondan öğrenmişti. Erdoğan'ın Perşembe gününe kadar Suriye ile İstanbul'da sürmekte olan ve Türkiye'nin arabulucu olduğu müzakerelerin doğrudan iki ülke arasında sürdürülmesi için Şam'ı ikna görüşmeleri yaptığı biliniyor. Cuma günü sadece Suriye ile dolaylı görüşmelerin değil, Erdoğan'ın misyonunun noktalandığı gündü.

Türkiye'nin dış politikası üzerinde Avrupa ve Amerika'da yayınlanan son yorumlar merak, ilgi ve biraz da övgü dolu "yeni Osmanlı", "istikrar", "aktif rol" gibi terimlerden, Batı'dan uzaklaşmaya işaret eden "eksen kayması" terimine doğru kaymaya başladı.

Türkiye'nin zaten sorgulana gelen AB ile ilişkileri bir yana, NATO üyeliği bile tartışılıyor artık. Yorumları biraz yakından irdelediğimiz zaman elle tutulur, "eksen kaymasına" işaret edilebilecek bir şey bulmak ise oldukça zor, İsrail'le yaşanan kriz dışında. Zira İran ile ilişkiler yeni değil, Kafkaslar'da Ermenistan'la ilişkiler etrafında gelişen yeni dinamik, Türkiye'yi Batı'ya yaklaştıran bir süreç. Hükümetin "demokratik açılım projesi" Kopenhag Kriterleri açısından tarihî diyebileceğimiz önemli bir adım. Hükümet PKK'yı dağdan indirmeyi başarır ve demokratikleşme sürecinde mesafe alırsa, AB'ye üyelik tartışmasını gerçekçi kılıcı hale sokar. Kıbrıs konusunda da yapıcı tavır sergileniyor. Düne kadar övgü yorumları ile izlenen bu süreç neden birdenbire "eksen kayması" oluyor? New York ve Avrupa basınını lobilerin etkisinde varsaysak bile, neden Türkiye'yi içeriden izleyen, aralarında saygın gazetecilerin de bulunduğu Bab-ı Ali yorumcuları da kullanıyor bu terimi? Bu biraz Türkiye'ye Batı gözlüğü ile bakmaya alışmış Türk aydının sosyalizasyonundan kaynaklansa da, özünde İsrail'le yaşanmakta olan krizden de kaynaklanıyor. Zira bu kriz sadece Yahudi dünyasını değil, bu satırların yazarını olduğu gibi, Türk aydınlarının önemli kısmını derinden kaygılandırıyor. Fakat bir sorunun aşılmasında ilk ve en önemli adım sorunun doğru tahlilidir. Bu yüzden "eksen kayması" olayı Türkiye'nin İsrail politikasından mı, yoksa İsrail'den mi kaynaklanmaktadır, sorusunu doğru tahlil için irdelemekte yarar var. Fakat bu soruya eğilmeden önce genel olarak zor olan İsrail üzerine tartışmayı sağlıklı kılmak için, bir iki konuya değinmek istiyoruz.

İsrail ve Yahudilerin acı tarihi insanlık tarihi için birçok boyutu ile küçümsenmesi gereken derslerle doludur. Bu tarih sadece politik olarak değil, Türkiye' de kültür ve eğitim politikasının da önemli unsuru olması, gelecek nesiller için bir kazanç kaynağı olacaktır. Türkiye tüm Avrupa ülkeleri için geçerli olduğu gibi, aşırı sağ ve ırkçı akımların var olduğu bir ülkedir. Türkiye'de ırkçı söylem Kürt sorunun aşılmasını engelleyen bir olgudur. Türkiye'de anti-semit akım ve düşüncelere fırsat vermemek için, sorunun bu boyutuna dikkat etmekte yarar var. Kaldı ki Avrupa da anti-semit ve İslamofobik kaynaklar birçok bakımdan örtüşüyorlar.

Bu konuda ikinci önemli olgu Yahudilerin tarihini göz ardı eden bir politikanın Filistin sorununa çözüm bulamayacağı gerçeğidir. Biz biraz daha ileri gidelim ve şu önemli gerçeği vurgulayalım. Filistin'de, hatta Orta Doğu'da İsrail'i kazanmadan barış ve istikrar mümkün değildir. Sadece Arapları göz önüne alan bir politika ile barış sağlanamaz. Hükümetin bu gerçeğin bilincinde olmadığını sanmıyoruz.

Erdoğan'ın hayal kırıklığı

Yukarıdaki tarihî gerçekler göz önünde bulundurulduğunda İsrail'in İran'ın nükleer programına karşı gösterdiği hassasiyeti de anlamak gerekir. İran'ın nükleer macerası enerji kaynaklarının yokluğundan kaynaklanmıyor şüphesiz. Kaldı ki İran'ın nükleer silaha sahip olması, sadece İsrail için bir tehdit unsuru değil, tüm Orta Doğu'yu cadı kazanına çevirecek boyutta tehlikeli bir gelişmedir. İran'ın nükleer teknoloji ve atom bombasına sahip olması Türkiye ve Suud-i Arabistan, Mısır gibi birçok ülkenin nükleer teknoloji ve silahı sahiplenme girişimini beraberinde getirir. Bu tehlikeli sürecin önüne geçilmez ise, zaten istikrarın ve demokratik kültürün zayıf olduğu bölgede barış nerede ise imkânsızlaşır. Bu konuda İsrail'in hassasiyeti ile Türkiye'nin çıkarları ve bölge politikasındaki istikrar hedefi yüzde yüz örtüşmektedir. Buna rağmen İsrail ile ilişkiler en kötü dönemini yaşamakta ve Türkiye ile İsrail arasında hissedilir bir yabancılaşma yaşanmaktadır. "Eksen kayması" mıdır sorun, eksen nerede kaymıştır?

Eksen kayması terimi genelde yapısal ve politik köklü dönüşümler sonucu gerçekleşen bir sürece işaret etmek için kullanılır. Bu tür bir dönüşüm bugünden yarına olmadığı gibi, genellikle "radikal" veya "devrim" terimlerinin kullanıldığı süreçler değildir. Türkiye'nin dış politikasında köklü bir dönüşüm yaşandığı şüphe götürmez. Bu konuya döneceğiz. Fakat İsrail ile ilişkiler dört gün içerisinde zirvede olan iyi ilişkilerden, kelimenin tam anlamı ile bir çökme yaşamış ve krize dönüşmüştür, yani radikal bir değişim yaşanmıştır. Hatırlayalım, Ankara'da Olmert ve Erdoğan, Suriye ile doğrudan müzakereleri, hatta Gazze sorununu tartıştıktan dört gün sonra Erdoğan İsrail'in Gazze'ye saldırısını televizyondan öğrenmişti. Erdoğan'ın Perşembe gününe kadar Suriye ile İstanbul'da sürmekte olan ve Türkiye'nin arabulucu olduğu müzakerelerin doğrudan iki ülke arasında sürdürülmesi için Şam'ı ikna görüşmeleri yaptığı biliniyor. Cuma günü sadece Suriye ile dolaylı görüşmelerin değil, Erdoğan'ın misyonunun noktalandığı gündü. 
 
ALİ YURTTAGÜL - AP YEŞİLLER GRUBU SİYASİ DANIŞMANI

Kaynak: Zaman