Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Lübnan'ın kuzeyinde bulunan ve nüfusunun bir bölümünü Türkçe konuşan Türkmenlerin oluşturduğu köy sakinlerine söyledikleri dikkatimi çekti:
"Sizler güven içinde ve mutlu olursanız bizler de rahat oluruz. Suyunuz olmadığı zaman Anadolu'daki su haram olur. Okulunuz olmadığı zaman Anadolu'da okul yok demektir. Bahsini ettiğiniz bu bağışlar hediye değil, size sunduğumuz bir görevdir. Bu borcu gecikmeli olarak ödedik ve bundan sonra gecikmeyeceğiz."
Davutoğlu'nun sözleri Türkmen sakinlerin varlığı sebebiyle duygusallık içeriyor. Fakat Lübnan'ın başka bölgelerini ziyaret ettiğinde de aynı bağlamda konuştu. Lübnanlı yetkililerle görüşmesi sonrası açıklamalarında yoğunlaştığı en önemli husus Lübnan'ın istikrarı ile bölgenin istikrarını birbirine bağlaması. Bölgedeki geleceklerin bağlantısı bu.
Davutoğlu'nun Lübnan'daki açıklamaları bana Ankara'yı ziyaret eden bu gazetecinin Davutoğlu'ndan duyduklarını hatırlattı: "İstikrarlı bir Türkiye istiyoruz; ancak karışık denizde istikrarlı bir ada olmasını istemiyoruz. Parlak bir Türkiye istiyoruz; ancak fakirliği, hayal kırıklığını ve aşırılığı tehdit eden bölgede parlak bir ada olmak istemiyoruz."
Türkiye'nin bölgenin istikrarında ve kalkınmasında çıkarı var. Bu yüzden barış için çalışıyor. Bu çıkar, çıkarlar dili, uluslararası meşruiyet, müzakereler, ülkelerin meşru kapılardan girmesi, tutumların yakınlaştırılmaya çalışılması ve başarılı olunması için daimi olarak sabırla silahlanması etrafında konuşmayı gerektiriyor. Bu politikanın Ahmet Davutoğlu isminin izlerini taşıdığını söylemek abartı olmaz.
Davutoğlu, Sovyetler Birliği'nin haritadan kaybolduğunu gördü. NATO'nun Türkiye'sinin komşu düşmanın yıkılması sonrası stratejik önemini kaybettiğini okudu. Ülkesinin geleceğini, Avrupa hayalini, Ortadoğu ve İslam dünyasında rol kazanma gücünü düşünmeye başladı. Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan'ın aldığı zor kararlar olmasaydı bu politikalar siyasete dönüşmezdi. Yıllar önce bir Arap başkentindeki bir münasebette bir yetkili bana salonda oturanlardan birini göstererek 'Gözünün bu adam üzerinde olmasını sana tavsiye ederim.' demişti. İsmini sorduğumda 'Ahmet Davutoğlu' diye cevap vermiş ancak daha fazla açıklama istediğimde cimrilik etmişti. Sonraki dönemde Davutoğlu barışı ve istikrarı arayarak müzakere tercihine dayanmayı teşvik eden fikirler ve mesajlar taşımak suretiyle birçok yönde gizli onlarca gezi gerçekleştirecekti. Suriye-İsrail dosyası öncelikli konuların başındaydı.
Davutoğlu, Güney Lübnan'daki UNIFIL güçlerine katılan Türk birliğini denetledi. Lübnanlı yetkililerle görüştü ve onlarla ikili ilişkilere, 1701 No'lu karara ve Ortadoğu'da barışın ufuklarına değindi. Bu yeni bir Türk literatürü: "Siyasi diyalog, ortak güvenlik, ekonomik bağımsızlık ve çeşitli kültürlere dayalı bir Ortadoğu bölgesi istiyoruz. Tarihî geleneklerimiz bu ve hep birlikte çalışırsak bölgemizi barış, istikrar ve parlaklığın bölgesi kılmak için bu gelenekleri yeniden canlandırabiliriz." Bugün bölgedeki bütün taraflarla konuşma gücüne sahip Türkiye'nin bu gücü tutumları olgunlaştırmak için kullanmaya çalıştığı açık.
Davutoğlu, Lübnan'ı gezerken Tahran sokakları İranlıların yaşadığı krizin öldürücü olmasa da geçici olmadığını teyit edercesine göstericilerle çatışmanın yeni bir faslına sahne oluyordu. İran literatürü içeride ve dışarında farklı. Davutoğlu'nun açıklamaları ile İranlı meslektaşı Manuçehr Muttaki'nin açıklamaları arasında bir karşılaştırma yapmak yeterli. Türkiye doğal bir devlet olarak hareket ediyor. İran ise korkan veya korkutan bir devrim gibi davranıyor.
Davutoğlu'nun Lübnan'daki kalış süresini uzatmasını, istikrar ve parlaklık kavramlarının Lübnan siyasi güçlerinin literatürüne geçmesini, tutumların olgunlaşmasında, isimlerin seçilmesinde ve görevlerin dağıtımında bize destek olmasını isterdim. Dünyanın bütün mutfaklarını denedik. Türk mutfağını denemekte ne zarar var?! Londra'da Arapça yayImlanan Hayat gazetesİ 3 Ağustos 2009
Kaynak: Zaman