Cumhurbaşkanı kimleri akredite etti?

 

Geçen yazımda cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Abdullah Gül'ün neden İslamcı gazeteci ve yazarları hiçbir resepsiyona davet etmediğini sormuş ve bunun yerine göre son derece önemli, hatta geleceğimizi ilgilendiren bir perspektif değişikliğiyle ilgili olduğunu söylemiştim. Bazıları "muhtemelen davet beklerken, davet almadığı için, bunları yazıyor" diye düşündü. Bu satırlarının yazarının hiçbir zaman böyle bir beklentisi olmadığını bilen bilir, bilmeyen de bildiğiyle kalabilir, benim açımdan sorun değil. Asıl benim üzerinde durmak istediğim, "davet alıp Çankaya'da görünmek" değil, davet edilmeyenlerin aynı zamanda "devlet tarafından akredite edilmeyen eksik, kusurlu, hatta potansiyel tehlike arzeden kategoriden kimseler" olarak addedilmesiyle ilgili temel bir konudur.

 

Hemen, akla davet ettiği "bazı muhafazakâr gazeteci ve yazarlar" gelebilir. Şunu söylemek gerekir ki,

 

1) Bunların bir kısmı hiçbir zaman "İslamcı" olmayı düşünmemişti. Merkez sağ veya merkez sol siyasi ve fikri sahalarda 'herhangi bir şey olma' şansları olmadığından tabir caizse kapağı "İslamcı mahalle"ye atmışlardı. 1970'ten bu yana yaşadığımız siyasi tecrübe, bugün sahnenin ön kısmında aktif olarak siyaset yapmakta olan çok sayıda insanın, sırf bu sebepler dairesinde zamanında İslamcı siyasete dâhil olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Eğer o gün, Merkez sağ veya Merkez sol'da açık kapı bulsalardı, hiç tereddüt etmeden dalarlardı. Ancak sağ ve sol iktidar seçkinlerinin siyasi ideolojileri olduklarından, "dışarıda kalanlar"ı siyasete dâhil edecek ve onlara iktidar yolunu açacak tek imkân İslamcı siyasetti. Bu yüzden dışarıda kalanların 2000'li yılların sonlarına kadar İslamcı olmaktan ve hatta bugün hala İslamcılığını koruma onurunu taşıyanlardan çok daha "radikal bir dil kullanmak"tan başka seçenekleri yoktu.

 

2) Bir kısmı ister hasbi ister hesabi duygu ve düşüncelerle olsun içine girdikleri İslamcı zeminde 'köprüyü geçinceye kadar" İslamcı tanımlanmaya seslerini çıkarmadı. Bu yazarlar aslında, hakiki entelektüel olmaktan çok sezgileri kuvvetli bezirgân tüccar sınıfında mütalaa edilmeyi hak ederler. Yatırımın hangi alanlarda yapılması gerektiğini iyi kestirirler, herkesten önce pozisyon alırlar.  Nitekim açıkça müşahedede ettiğimiz üzere, herkesten önce sakal bıraktılar ve yine hiç vakit kaybetmeden sakalları kesip cascavlak suratlara büründüler. Bu gibilerinin niyeti zaten başından beri "İslamcı ideolojiyi ve İslamcı mücadeleyi sömürmek, istismar etmek"ti. Kemalistlerin Türkiye'de "dini siyasette ve ticarette istismar ediyorlar" dedikleri tam da bunlardır. Din istismarı gerçekten de siyasette ve ticarette bazılarına büyük primler sağlamış bulunmaktadır. Kemalistlerin bu gerçeği dile getiriyor olmaları, söz konusu acı gerçeği ortadan kaldırmaz veya bunu bizim görmezlikten gelmemizi gerektirmez. Sayısız din istismarcısı, İslamcıların mahallesinde görünerek çok iyi statüler elde ettiler, böylelikle amaçlarına ulaştılar.

 

3) Bir kısmı ise, İslam'ın dünyaya neyi vaat ettiklerinin yeterince ayırdında olmadı, onların entelektüel kapasiteleri, sahip oldukları bilinç düzeyleri zaten buna elverişli değildi. "Muhafazakâr demokrasi" konsepti ortaya çıkınca, ortalıklarda kalmadan kolayca söz konusu siyasi ideolojiye geçiş yaptılar.

 

Entelektüel hayatla ilgili yaptığım bu üçlü tasnifin ayniyle siyaset ve siyasetçiler ile siyasi gelişmeye göre ticari hayatını ayarlayanlar için de geçerli olduğunu söylemek lazım.

 

Abdullah Gül'ün geçmiş cumhurbaşkanlarının akredite gazeteci ve yazar takımına ilave ettiği ve belki çoğumuzun "İslamcı" diye nitelendirdiği kimseler bu sınıftan insanlardır ki, bizim kastımız bunlar değildir. Bunların hiçbir zaman "İslamcı" olmadıkları, herkese kökenine, ideolojisine göre puan vermede kriter olarak kullanılan "gizli kütükler"de kayıtlıdır.

 

O zaman sorumuzu tekrar edelim: Kendisini var güçleriyle destekledikleri halde, İslamcı gazeteci ve yazarları Abdullah Gül niçin akredite etmedi, resepsiyonlara davet etmedi?