Çin stratejimizi yeniden düşünmek

Gary Schmitt ve Dan Blumenthal         

Senato komitelerinden Başkan Obama’nın savunma, dışişleri bakanlıkları ve CIA başkanı adaylarını oylamaları istenecek. Senatörlerin hepsi değilse de çoğu, adayların ABD’nin Büyük Ortadoğu’da ve Afganistan’da karşı karşıya geldiği acil güvenlik sorunları hakkında görüşlerine odaklandılar. Fakat komitelerin, Obama yönetiminin beyan ettiği politika önceliğini – Asya-Pasifik bölgesine eksen değişimini – incelemeden oturumların başlayıp bitmesine izin vermeleri hata olacaktır.

Eksen değişimine dair verimli bir tartışma ise, değişime ön ayak olan başlıca etkenin, Çin’in yükselişinin Washington ve Asya başkentlerinde yarattığı asabiyet olduğunu ve böylelikle de Amerika’nın Çin’le yakınlaşma politikasının peşpeşe gelen Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimlerin umut ettiği gibi bu yükselişi şekillendirmekte etkili olmadığını dürüstçe kabul etmektir.

Zamanın Dışişleri Bakan yardımcısı Robert Zoellick’in 2005 yılında yaptığı ve Pekin’i uluslararası sistemde“sorumlu hissedar” olmaya davet ettiği konuşmayı tekrar okumak bu noktada faydalı olacaktır. Zoellick’in de belirttiği gibi, Çin’in sistemin güvenlik ve ekonomik faydalarını gördüğü için davranışlarını değiştirmeye yol açacağı ümit edildiğinden dolayı, ABD 1970’lerden beri “Çin’in uluslararası sisteme üyeliğine kapıları açıyor.”

Zoellick Çin konusunda asla bir şahin değildir ve Çin’i büyük güç statüsüne doğru tehlikesiz bir yükseliş yoluna koyacak başarılı bir yakınlaşmanın nasıl olması gerektiği hususunda bir dizi kıstas sağlamıştır.

Skor kartı nasıl görünüyor peki?

Zoellick, Çin’in “açık, kural temelli uluslararası ekonomik sisteme üyelikten çok şey kazandığını” ama merkantalist ekonomi politikalarının sistemin temel ilkelerine bağlılığı hakkında şüpheler doğurduğunu kaydetmişti. Bu cephede pek bir şey değişmedi. Çin, ihracatını artırmak için yuan’ın değerini düşük tutmayı ve yabancıların Çin pazarlarına erişimini sınırlandırmayı sürdürüyor; doğal kaynaklara münhasır ulusal varlıklar muamelesi yapıyor. Çin yönetimi fikri mülkiyetin çalınmasını veya siber-casusluğu dizginleyecek pek bir şey yapmadı. Devlet bankaları Çin finans sektörüne hâkim olmayı sürdürüyor ve Pekin merkezli sanayi politikaları son yıllarda azalmak yerine arttı.

Zoellick’in Çinlilerin ele almalarını ümit ettiği diğer bir münakaşa konusu, Çin askeri yapılanmasında şeffaflığın olmayışıdır. Amerika’nın defalarca başlattığı inisiyatiflere rağmen, iki ülke orduları arasındaki mübadeleler ele avuca gelir bir şeyler üretmedi ve Çinliler hangardan yeni bir silah sistemi çıkardıklarında veya denize konuşlandırdıklarında Amerikan istihbaratı şaşırmaya devam ediyor. Beyaz Saray, Soğuk Savaşın en zorlu dönemlerinde bile Kremlin’e kırmızı hattan ulaşabiliyordu ve Sovyetlerin kaç tane savaş başlığı ve kaç füzesi olduğunu, karşılıklı anlaşmayla, biliyordu. Çin söz konusu olduğunda, bilgi olarak ipucu bile yok elimizde.

Zoellick, Çin’in sorumlu hissedar olarak Kuzey Kore ve genel olarak da nükleer silahların yayılması sorunlarına yönelik daha fazla şey yapabileceğini ve yapması gerektiğini söylemişti.

Davranışını değiştirmesi için Kuzey Kore üzerinde baskı kurabilecek veya onu ikna edebilecek olan sadece Çin’dir. Ancak Kuzey Kore nükleer silah istiflemeyi sürdürüyor; şu an müttefiklerimizi ve (kısa bir süre sonra da bizi) tehdit eden füzeleri mükemmelleştirmeye kararlı duruyor.

Eğer iyi haber varsa o da şu: Nükleer silahların yayılmasında Çin’in doğrudan rolü azaldı. Pekin’in Kuzey Kore’yi son füze testinden doğru kınayan BM Güvenlik Konseyi kararı lehindeki oyu küçük ama olumlu bir adımdır ancak Pekin, Kuzey Kore’nin nükleer silahlanmasını durdurmak amacıyla Pyongyang üzerindeki kayda değer gücünü kullanmış değildir; İran nükleer programının istikrarsızlaştırıcı etkileriyle başa çıkmakta dünyanın geri kalanına yardım hususunda da ayak sürümektedir. Zoellick’in kaydettiği üzere, “Çin’in İran nükleer programı üzerindeki hareketleri, Çin’in nükleer silahların yayılmasını engellemeye duyduğu bağlılığın ciddiyetini ifşa edecektir” ve şimdiye kadar ki sicili beklentilerin gerisinde kalmıştır.

Zoellick “Çin’in Tayvan hakkındaki seçimlerinin de önemli bir mesaj göndereceğini…Çin’in Tayvan’la olan uyuşmazlıklarını barışçıl yollarla çözmesinin önemli olduğunu” söylemiştir. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti kurulduğundan beri Tayvan’ın gördüğü en uzlaşmacı hükümete rağmen Pekin’in bu ada demokrasisi karşısındaki askeri yapılanması hız kesmemiştir. Zoellick’in konuşmasından bu yana Çin, komşularına karşı daha saldırgan bir duruş sergilemektedir; Japonya’yla Doğu Çin Denizinde, Vietnam ve Filipinlerle Güney Çin Denizinde karşılaşmalar yaşamıştır.

Çin davranışları hakkındaki bu değerlendirme, Obama’nın ikinci başkanlık döneminde Amerikan politikası için ne ifade eder? Birincisi, Amerikan yönetiminin Asya-Pasifik bölgesinde Amerika’nın stratejik oyunu yükseltme gerekçesini güçlendirmektedir. Senato’nun duymayı beklediği şey, yeni ulusal güvenlik ekibinin bunu tam olarak nasıl gerçekleştireceğidir hassaten de savunma bütçesinde büyük kesintilerin yapıldığı bir dönemde.

İkincisi, Çin’le yakınlaşma devam ettirildiğinde, karşılıklı ve somut olarak neyin faydalı olduğunu gözeten bir nazarla olmalıdır yoksa bu sürecin Çin’i kendiliğinden dönüşüme götüreceği beklentisiyle değil.

Amerika’nın Çin politikasında doğru dengenin tutturulması karmaşık bir iştir. Fakat yeni savunma ve dışişleri bakanlarının ilk adımı, Çin’le yakınlaşmanın neleri başarıp neleri başarmayacağını anlamak ve ta ki Çinli liderler kendi ülkelerinde liberal olmaya karar verene dek, Çin’in liberal uluslararası düzenin itibarlı bir üyesi olmasının muhtemel olmadığını fark etmek olmalıdır.

Yazarlar hakkında: Gary Schmitt, Marilyn Ware Güvenlik Çalışmaları Merkezi müdürü; Dan Blumenthal, American Enterprise Institute (AEI) Asya Çalışmaları müdürü.

Kaynak: Los Angeles Times

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı