Son seçim, AKP’nin zaferinden çok, millet merkezli bir düzenin kaçınılmazlığını ihtar eden ciddi bir direniş olarak algılanmalı. Bu direniş, halkı yörüngelere bölerek bir birine düşüren devlet odaklı bir mekanizmanın kontrolünü ele almak gibi bir anlam taşıyor.
Bu seçim sonucunda sivil itaatsizlik demokratik bir başkaldırıya dönüşmüş ve militer arsızlara ayar çekme gücünün milletin elinde olduğu görülmüştür.
Söylevsel dayatmaları umde edinen ulusalcılık martavalının, yurttaşlık bilincini tesis etmeden ve milletleşme yönündeki tekâmülünü tamamlamadan bir ideologia mitosuna dönüşmesi, yörüngeleri odaklara karşı taarruza geçirmiştir.
Kendi ağırlığıyla çökecek kadar iğreti duran jakoben elit bir sistemin çekim gücü, tek tip düşünce modelinin hakimiyetiyle ancak süreklileşebilir. Bu sürekliliğin temini, içerik itibariyle “kendiliksiz” bir yapıyı şart koşan Ulusalcılık ideolojisinin nizam karakolları tarafından sağlanır. Şematik ve sistematik uygulamalar bakımından yaşamsal alanların iyileştirilmesinden çok düşünsel sistemin hizaya sokulmasını öncelikli eylem planı olarak uygulayan bu sistemde; hak ve özgürlükler, ancak nizam karakollarının düşünsel kapılarından alarm vermeden giriş çıkış yapabilme temizliğiyle elde edilebilir..
Çok uluslu bir imparatorluktan sivriltilmiş ya da kurtarılmış tek uluslu devlete geçiş sürecinde, ulusalcılık mitosu bir praksis olarak ortaya sürülmüş, sosyal yada düşünsel kaynaşmanın yapıştırıcı güçleri de bu model düşünceyi dayatanlar tarafından kutsal söylevlere mecbur edilmiştir.
Ancak, azami müştereklerle bütünleşen “Millet”in, zaruri tabiiyetle ayakta tutulan söylevsel ulusalcılıkla çatışması yaşamsal dengelerin oluşması bağlamında mukadderdir. 22 Temmuz seçimi bu yönüyle bir partinin ya da programın başarısını tescillemekten çok mukadder bir vakıanın tezahürü bakımından anlamlıdır.
22 Temmuz Ulusalcılığa karşı Milletleşme, Milliyetçiliğe karşı Yurttaşlaşma başkaldırısı olarak ele alınırsa, AKP’nin ikinci bir iktidara baskın bir güçle gelişi daha sağlıklı anlaşılabilir.
Âdemimerkeziyetin önemine yaptığı vurgu ile merkezin sarsılmazlığını tartışmaya açarak, yalancıktan da olsa geliştirdiği insan merkezli siyaset, Devletle millet arasındaki paslı demir perdeyi aralamıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal alanda getirdikleri ve götürdüklerini etik bağlamda tartışmaktan ziyade, yürürlüğe koyduğu anlayışı diyalektik planda ele almak gerekir.
Bu diyalektiğin teorik ve pratik dayanaklarını doğu ve güneydoğudan aldığı oylarla bağlantılamak ve bunun nedenselliğini tartışmak büyük önem taşıyor.
Başbakanın Doğu ve Güneydoğuda Kürt halkının ağzının içine bağıra bağıra “Tek vatan”, “tek devlet” ve “tek millet” şeklinde tahrik gücü yüksek bir söylemi dillendirmesi, Kürt Halkının tepkisini ölçmek kadar Amerikan modeli bir yurttaşlık bilincinin temellerini atmaya yönelik bir propaganda olarak da düşünülebilir.
Kendisini köleleştiren Amerikan emperyalizminin her türlü zulmüne düçar olduğu halde Afroamerikan kimliğiyle yaşamsal özgürlü için çatışan zencilerin, Amerikan Bayraklı tişörtlerle “Ben Amerikalıyım” diyerek dünyaya gururla bakması aşılanmış yurttaşlık bilincinin tabii bir refleksinden başka bir şey değildir.
Alt kimlik, üst kimlik tartışmalarını başlatırken jakoben elitlerce “en aşağılık kimlik”le tasnif dışı bırakılan Başbakanın yurttaşlık bilincinin temellerini atmayı hedefleyen bir niyetle bunları ifade etmediği söylenebilir. Ancak paslı demir perdeyi aralayan gerçeğin burada saklı olduğunu belirtmekte fayda var.
Bu ülkede sisteme ve sistemin unsurlarına karşı hak ve özgürlükler bağlamında mücadelesini yürüten Kürt halkı bütün dünyaya bakarak ve gururla “Ben Türkiyeliyim” demekte tereddüt yaşıyorsa yurttaşlık bilincinin bilinçli olarak aşılanmamış olmasından kaynaklanıyor.
Yurttaşlık bilinci, ekonomik sosyal ve kültürel özgürlüklerin temin ve tesisinden geçiyor. Bu anlamda atılacak her olumlu adım bu bilincin yerleşmesine ve verilen mücadelenin daha insani ve daha demokratik bir zemine taşınmasına yardımcı olacaktır.
Ancak hak ve adalet dağılımında eşitlik ilkesinin ihlali yurttaşlık ve aidiyet bilincinin oluşmasından çok, ayrışmanın (Ayrılmanın değil) ve eşitlikçi demokratik düzene karşı antidemokratik ve militan bir başkaldırının önünü açar, bugüne kadar olduğu gibi.
Yurttaşlık bilinci milletleşme sürecinin tartışmasız ön evresidir.
Yurttaşlık bilincini aşılamadan ve farklı etnik kökenlere rağmen azami müştereklerde milletleşemeden, söylevsel telkinlerle dayatılan ulusalcılık martavalı son seçimlerde hem bir devlet paradigması hem de bir sistem mitosu olarak çökmüştür.
Kürt halkı tahrik gücü yüksek propagandalara rağmen, yurttaş olma yönündeki ümidini, azami müşterekleri siyasetin merkezine koyan AKP yi destekleyerek ortaya koymuş ve bunu yaparken de ulusalcıları dönüşü imkansız bir hükümle de kovmuştur.
Kürtler, tarihte sahip oldukları en büyük devletin Türkiye olduğunun farkındadırlar. Ancak demokratik hakların eşitsiz dağılımından ötürü “yurttaşlık”, faşist ve şovenist ulusalcı baskılara karşı “farklı halk aynı millet” olmanın bilincine gururla sahip çıkamamıştır. Ve sahip çıkması da beklenmemelidir.
Bu olumlu gelişmelerden sonra AKP’nin “Biz güneydoğuda Tek devlet, tek millet dedik. Bunu hangi parti diyebilir” şeklindeki çiğ ve lüzumsuz söylemleri dillendirmekten itina ile imtina etmesi gerekmektedir. Aksi halde azami müştereklere dayalı birleştirici siyaset felsefeleri, provokatörlük ve sömürücü aktörlükle sefilleşebilir.
22 Temmuz seçimleri her şeye rağmen nizam karakollarındaki kontrollü geçişlerin alarm sistemlerini bozmuş, etnik ve politik farklılıklara rağmen yurttaşlık bilincinin geniş bir mecra bulmasına yardımcı olmuştur.
28 Şubat ve 27 Nisanda halka ve siyasete ayar vereyim derken sözümona demokratik düzenin bütün ayarlarını bozan cuntacıları ayar kontrole tabi tutmuş ve ayarını vermiştir.
22 Temmuz iktidar seçimi yada iktidarın başarısının tescili değildir.
Siyaset aygıtıyla ulusalcı ve dayatmacı bir düzeneğin halk tarafından check and balance altına alınmasıdır.
Tayip beyin de bundan sonraki aşamalarda özellikle Kürt politikasında bu check and balance atına gireceği mukadderdir.
72 kişi elinde yağlı ilmekle parlamentoya girerken, 23 kişinin İmralı’ya özgürlük için Parlamentoda açlık grevine gitmesi elbette bu milletle beraber Başbakanı da ayar edecektir.
Önemli olan demokratik planda halkın yurttaşlık, azami müştereklerde milletin kardeşlik ayarına kimsenin müdahale etme cesaretini bulamamasıdır.
Sayın Başbakan dikkat!...
Öncelikle azami müştereklerdeki eşitlik ayarını bozmayın. Aksi halde arsızlar ve ayarsızlar asgari farklılıklardan korkunç ayrılıklar yaratabilir.
Allah bu millete yardım etsin…