Bugünün Irakı 1990'ların Yugoslavyası

Silahlı muhaliflerin Irak’ta Maliki iktidarına karşı gerilla savaşından cephe savaşına geçerek kazandıkları başarılar, aslında savaşın Bağdat’a çok yaklaştığının da habercisi. Başkent ve çevresindeki iç karışıklıklar da bu ihtimalin kesinliğini artırıyor. Ülkede bugün hâkim olan durumla ilgili olarak başbakan yardımcısı Ruz Nuri Shawis, Kürtleri de hesaba katarak ilginç sözler sarf etmişti. Shawis’e göre, Irak’ın mevcut durumu Yugoslavya’nın 1990’daki çöküşünden önceki durumuyla hemen hemen aynı. Bunun anlamı ise şu: Bugün Irak’ta sadece iktidar değil, devlet de bütünüyle parçalanma ve bölünme ile karşı karşıya.

Shawiş, bu sözleri, Irak’ta olası bir çöküş karşısında karşılaşılacak problemlerin üstesinden gelmek için Kürt gruplar arasında dayanışma sağlamak ve tüm oluşumları tek bir çatıda birleştirmeleri için yaptığı çağrıda sarf etti. Aynı zamanda BM Irak özel temsilcisi Nikola Miladinov’la yaptığı görüşme esnasında da Irak’ın çok tehlikeli bir süreçten geçtiğine dikkat çekti.

Başkanın uyarıları daha çok, gelecekte gerçekleşme ihtimali yüksek saldırılara bir atıf niteliğindeydi. Shawis, kendisini Sünni Arap olarak adlandıran aşiret savaşçıları ile Bağdat’ta Irak devleti olarak ortaya çıkan İŞID’i, bu çatışmaların adresi olarak gösteriyor. Haber ajansları ise, Bağdat’ta hükümetin kalbi olarak bilinen yeşil bölgeyi korumakla görevli askeri kuvvetlerin bölgede sıkı güvenlik önlemleri aldıklarını, Salihiyye ve Kindi gibi yeşil bölgeye yakın yerlerde sürekli devriye gezdiklerini, olası bir saldırıya karşı hazır ol durumunda olduklarını ifade ediyor. Bu gelişmelere paralel olarak diplomatlar, yeşil bölgeye her an bir saldırı gerçekleşebileceğini düşünüyorlar. Diğer bazı kaynaklar ise, Abbas al Beyati’nin destekçilerini sükunete davet ettiğini belirtirken, diğer taraftan Irak içişleri bakanlığı sözcüsü Saad Maan’ın Bağdat’a bir saldırı gerçekleşmesinin mümkün olmadığı sözlerine yer verdi. Tabi sözcü bu beyanatta bulunurken hemen hemen her gün gerek bomba yüklü araçlarla, gerek silahlı saldırılarla Irak’ta devam eden saldırıları göz önünde bulundurmuyor.

Silahlı örgütlere cesaret veren şey, Bağdat’ta baskınlar düzenlemek ve Sünni Arapların yoğun olduğu bölgelerde esen gergin rüzgarı kasırgaya dönüştürmedeki maceracı hevesleri. Sızan bilgilere bakılırsa, Maliki iktidarına karşı mücadele eden silahlı örgütler, hiç de öyle düşündüğümüz gibi cahil gerilla savaşçılarından ve teröristlerden oluşmuyor. Geçmişte birçok örgütün terörize olduğu vakidir, ancak bunun bir karşılığı olduğunu unutmamak gerek. Yani terör eylemleri o dönem devlet ve amerikan askerlerine karşı yapılıyordu. Analist Ahmed Şerif’e göre, silahlı muhalifler, Irak askeri gücünü çok büyük bir dikkatle okuyor. Bu da hükümetin, bu gruplara yalnızca basit birkaç grup olarak bakmadığını gösteriyor. Ahmed Şerif’in sözlerinden çıkarılacak başka bir anlam ise şu: Irakta hükümet güçleri operasyonlarını askeri uzmanların yanı sıra, sosyologlar ve gazeteciler eşliğinde sistemli bir plan program doğrultusunda yapıyor. Çünkü silahlı muhaliflerin ülkenin en çetrefilli bölgelerinde bile yavaş yavaş ilerlediği görülüyor. 

Silahlı muhaliflerin, Irak hükümetine karşı doğudan ve batıdan aldıkları maddi manevi muazzam destek göz önünde bulundurulduğunda, gerilla savaşından cephe savaşına geçmelerinin de Enbar’da elde ettikleri büyük başarıların nedeni daha iyi anlaşılıyor. Ve görünen o ki, Enbar’da, Kerkük’te, Selahaddin’de ve Ninova’da kazanılan başarılar, bir sonraki hedef olan Bağdat’a çok yaklaşıldığı gerçeğini de ortaya çıkarıyor. Bu noktada Enbar’daki aşiretlerin lideri olan Ali Süleyman’ın da “Devrim, Bağdat’a çok kısa bir zaman sonra ulaşacak” şeklindeki sözleri de havada kalmamış oluyor.

Enbar’da çatışmaların başlamasından çok kısa bir süre sonra gerilla savaşı cephe savaşına dönüşmesi, Irak eski içişleri bakanı Bakır Cebr Zebidi de Iraklıların, saldırıların Bağdat’a sıçraması konusundaki endişelerini dile getirmişti. Irak toplumunda Şii nüfusun ağırlıkta olduğu bir gerçek ancak bu, Şiilerin Sünniler karşısında hezimete uğramayacağı anlamına gelmez. Çünkü Sünni Arapların da sayısı önemsenmeyecek miktarda değil ve Irak’ın 2. büyük sosyal bileşenini oluşturuyorlar. Diğer taraftan büyük çoğunluğu Sünni olan Kürtlerin de, ülkenin bir diğer grubunu oluşturduğu düşünülürse, Sünnilerin oranı çarpıcı bir orana denk geliyor.

Kürtlerin daha çok Sünni Araplara yönelmesinde Bağdat hükümetinin Kürtlerin ilerlemesi ve gelişmesinin önüne koyduğu engellerin de önemli katkısı var. Bağdat yöneticileri, Kürt halkının taleplerine karşı uzlaşmacı bir takım takınmadı ve tarih bize, küçük grupların büyük kitlelere nasıl hakim olduğunu defalarca gösterdi. Örneğin Iraktaki BAAS partisi, 1960’larda ülkede ezici çoğunluğu olan Irak komünist partisi ve KDP ile karşılaştırıldığında, az bir yoğunluğa sahipti. Ancak 1963 ve 1968 de üst üste iktidarı elde etmeyi başarmıştı!

Irak hükümet güçlerinin Bağdat’ı yeteri kadar savunabileceğine dair hemen herkesin şüphesi var. Bu şüpheler farklı boyutlarıyla gün yüzüne çıkıyor. Irak başbakan vekili Salih Mutlak’a göre, kendisinin istifasını sunması halinde çatışmaların Bağdat’a sıçraması an meselesi. Salih Mutlak, büyük bir siyaset adamı ve itidalli şahsiyetiyle tanınıyor. Siyaset bilimi uzmanları ve ekonomistler ise muhaliflerin Bağdat’ı işgal etmeleri durumunda ülkenin içine düşeceği kaos konusunda uyarılarda bulunuyor. Irak ulusal kongre patisi lideri Ahmed Celbi, ülkenin 2017 yılında çok ciddi bir ekonomik dar boğaza düşeceğini belirtirken, İngiliz “The Economist” gazetesi ülkenin milli serveti ve yıllık geliri ile ilgili ürpertici rakamlar açıkladı. Gazeteye göre, Iraktaki yıllık gaz israfı, Avusturya’nın bir yıllık petrol tüketimine eşit. Bunun yanı sıra, Irak’ın İran’dan fahiş fiyatlarla gaz ithal etmesi ve günlük bir milyar metreküp gazın boşa gittiğini ve bunun da petrokimya endüstrisine büyük bir zarar verdiği gazetenin öne sürdüğü diğer iddialardan.

Eğer Bağdat bir gün düşerse, bu dış güçlerin müdahalesiyle olmayacak. Aksine Bağdat kendi çocuklarının elleriyle düşecek. Ülkede eski rejimlerin yıkılındaki sebepler bugün de göz ardı edilmemeli. Ordunun büyük bir çoğunluğu başkent dışında savaşıyor. Geçmişte de ordu Kürtlerle savaşmak için dağlara yöneldiğinde, bir grup başkente girip hükümeti düşürmeyi başarmıştı. Dolayısıyla geçmişte Kürtlerle yapılan savaşların hükümetlerin yıkılmasına yol açtığı net bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü Geçmişte hükümetlerde mevcut hükümet gibi, yolsuzluklarla ve krizlerle mücadele edeceğine Kürtlerle çatışmaya girmeyi tercih etmişti.

Tüm bunlar Irakta yaratılan kaosun göstergeleri. Ülkenin Şii, Sünni ve Kürtlerden oluşan sosyal bileşenleri ise bu kaostan olabildiğince faydalanmaya çalışıyor. Diğer taraftan Irak ordusunun Enbar’da ve diğer çatışma bölgelerinde kontrolü sağlamadaki başarısızlığını da hesaba katmak gerek. Bununla ilgili bir itiraf bakan İskender Vetut’tan gelmiş, Bağdat’ın Washington’dan satın aldığı helikopterlerin çatışmalarda bir işe yaramadığı, düşmana karşı verilen mücadelenin başarısız olduğu şeklinde ifadeler kullanılmıştı. Burada düşmandan kastedilen tabi ki Sünni devrimcilerdi.

Bugün Irak’ı tehtid eden çevreler – siyasi olsun veya olmasın- daha çok rejimin zayıflığını hesap ediyorlar. Mesela Barzani, hükümete soğuk mesajlar göndererek hiç kimsenin beklemediği çıkışlar yapıyor. Sünni lider Ali Süleyman ise savaşın Bağdat’a sıçrayacağı tehtidinde bulunarak hükümete gönderme yapıyor. Liderlerden gelen bu tehtidler, her gün içerden ve dışardan gelen kanlı çatışmalarla mücadele etmek durumunda kalan iktidarın acizliğinden güç alıyor. Sonuç olarak da şartlar Ruz Shawis’in dediği gibi Yugoslavya’nın 1990 da yıkılışından hemen önceki duruma işaret ediyor.

 

Kaynak: Middle East Online

Dünya bülteni için çeviren: Tuba yıldız