Farkında mısınız; gündem hala ne kadar kışkırtıcı. 17 Aralık operasyonu başladığında, seçimlere kadar memleket bu gerilimi kaldıramaz diye düşünmüştük. Oysa üç ayı aşkın süre hem sosyal hem siyasal anlamda, neredeyse kesintisiz biçimde aktörleri, muhatapları, muhtevası bakımından her türlü ezberi bozan bir gerilim yaşandı.
Elbette sadece siyasetçiler arasında az çok alışık olduğumuz türden bir gerilim değil, sosyal anlamda aile ilişkilerinden cemaat ilişkilerine kadar bağlanılan, inanılan sembol ve kurumlara dair güvensizlikten öte bir kaotik ruh hali yaşandı. Sosyal boyutu aşan bir şekilde, belki de ilk kez kimliğini, varoluşunu inancıyla ortaya koyan iki kesim birbirine adeta kılıç çekerken, pek çok kimsenim varoluş sarsıntısı geçirdiğine tanık olduk.
Bu sarsıntının bittiğini kimse söyleyemez. Muhtemelen önümüzdeki iki seçimin dizaynı, rengi netleşinceye kadar devam edecek. Peki şu veya bu şekilde bu sarsıntı sona erdiğinde elde ne kalmış olacak? Bu süreçte kazanmış olmanın karşılığında elde edilecek kâr nedir?
Elbette bu kazancın öznesinin politik ve ticari kazanç olan bedelinden bahsetmediğimi açıklamaya gerek yok. Siyaseten yaşadıklarımız, 'demek ki tarihte de kanlı iktidar kavgaları böyle çıkıyormuş' dedirten türden postmodern meydan savaşı yaşadığımızı düşündürttü adeta. Hiçbir iktidarın ya da siyasi güç heveslisi oluşumun elde ettiği ya da ele geçirmeyi göze koyduğu hedeften kolay kolay vaz geçmesi beklenmez. Kaldı ki, bedel ödenmeden bir iktidar mevkii ne elde tutulabilir ne de ele geçirilebilir.
Real politik anlamda tüm bunların anlaşılabilir, izah edilebilir, öngörülebilir bir açıklaması vardır ve olacaktır. Dikkat edilecek olursa günlük politikanın ne ayrıntısından ne de heyecanlı polisiye tarafından bahsediyorum. Hayatın gerçekleriyle yüzleşmekten kaçış değil ama real politik anlamında önümüze servis edilen ve artık 'polisiye magazin' düzeyine inen tartışmalarda söylenmedik söz kalmadığına göre, temel memleket meselelerinin magazinleştirilip üstü örtülen hakikat kısmı beni daha çok ilgilendiriyor.
Elde edilen ya da elden çıkarılmak istenmeyenler adına Müslümanların bugün canhıraş biçimde savunageldikleri konumlar, mevziler, durum-alışlar/ımız hangi kayıpların önüne geçmiş bulunuyor. Kısa dönemde eylenmesi gerekenleri hayata geçirip aciliyet kesbeden adımları atarken, haklı ve gerekli gördüklerimizi savunmak adına gerçekte başka şeylerin feda edilmiş olduğu, kazanılan zaferin başka boyutta bir yenilginin işareti olabileceği gibi soruları içten içe sormalı değil miyiz?
Pratik anlamda birazcık olsun nefes alma imkanının doğduğu, kaotik görüntünün dışına çıkıp şöyle bir etrafa bakıp 'neredeyiz?' deme imkanının sunulduğu belki de nadir anlardan birindeyken, bir iç muhasebe yapmanın günü kurtarmaktan, birilerine küfretmekten daha erdemli bir duruş ve gereklilik olduğu açık değil mi?
Bu husus bir noktaya kadar makul bir mazeret olarak öne sürülebilir: son on yılı aşkın süredir hemen her aşama adeta bir varoluş-yokoluş mücadelesi şeklinde geçti... Gerçekten de kısa siyasi tarihe baktığımızda yüzyıllık çalkantılar, dönüşümler, sarsıntılar yaşandı.
Buna rağmen söylenecek söz de şu: bu sarsıntılar, gerilimler, güç mücadeleleri her zaman olagelmiştir ve yarınlarda da olmaya devam edecektir. Tam bu noktada, hayattan kopmadan ama hayata, siyasete, yaşamaya, varoluşumuza gerekçe olan değerlerin, fark etmeden elimizden kayıp giden kelimelerin, değerlerin, inci, yakut heveslerin, özlemlerin, ideallerin asliyeti ne olacak?
Kendimize, çevremize, ülkemize, insanlığa dair yüreğimizde taşıdığımız emanetin pratiği, günü kurtarmak, savunmak adına birer birer pörsüdüğünü hissediyorsak, daha kötüsü bu pörsümeyi kanıksamışsak elde ederken kaybediyoruz demektir.
Kaybedenler ne bir siyasal akım, ne rakip olanlar ne de bir coğrafya... Türkiye'ye mistik bir anlam yükleyerek 'dünya bizi bekliyor' romantik korosuna katılmasak da bu ülkenin sıradan bir ülke olmadığının, tarihi tecrübesinin ve onu var kılan şartların herhangi bir coğrafya ile yarıştırılamayacağının idrakindeyiz. Ne var ki, bu ülkeye yüklenen 'mistikleşmiş misyon'un tam da bu yüklenen anlamı imha eden gerekçelere kapı araladığını fark etmeli artık.
'Ortam ne kötü be birader!' sızlanmalarının ruh karartıcı bir kararsızlık ve öldürücü bir eylemsizliği teşvik ettiği doğru. Yalın kılıç tüm doğruları, ahlaki sınırları atlayarak, her türden iç ve dış mihrakla işbirliği yaparak karşılıklı kamplaşmanın şövalyeliğine soyunmak da bir o kadar yıkıcı...
Elde ettiğimizi sandığımız her şeyi baştan, yeniden konuşarak kazanmak adına kaybedilenlerin çetelesini tutarak anlam haritamızdaki yerimizi bulma zamanıdır.
Olaylara teslim olmadan, ertelenmiş hesaplaşmaları, özeleştirileri yaparak, baştan göz yumulan küçük ama baştan çıkartıcı, kışkırtıcı siyasetin iğvalarına karşı donanarak... <<<DEVAMI>>>