Türkiye'deki sistem yapılanmasının bir kere daha en kötü sınav verdiği noktadayız.
Geldik dayandık, sistem – toplum ilişkisinin aşamadığı problemli alana...
Evet, demokrasi diyoruz, insan hakları diyoruz, hukuk devleti diyoruz ve buralarda patinaj yapıp duruyoruz.
Türkiye'nin sistem yapısının ana sütunu laiklik.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü, sosyal devlet gibi ilkeler de var ama, laiklik alanında bir sancı başladığında diğer tüm alanlar müthiş bir sarsıntı geçiriyor.
Ve Türkiye'de laiklik alanı sık sık sancılanıyor.
Laiklik, dinle devlet ilişkilerini düzenleyen bir alan.
Laiklik aslında inanç özgürlüğü sağlayan bir ilke olmalı. Daha doğrusu ülkeler laikliğe, herkese inanç özgürlüğü getirsin diye yönelirler.
Devlet her inanca eşit mesafede bulunmalı, devlet farklı inanç mensuplarına baskı yapmamalı, farklı inanç mensuplarının birbirine baskı yapmasına da mani olmalı.
Laikliğin ana çerçevesi bu.
Türkiye'de ne oluyor?
Türkiye'de sancı oluyor.
Sebep?
Toplumun büyük çoğunluğunun dini olan İslam'la ilişkilerin sıhhatli düzenlenmemesi...
Gayrı müslim azınlıklar konusu büyük ölçüde Lozan'da düzenlenmiş. Gayrı müslim azınlıkların haklarında herhangi bir kısıtlama söz konusu olduğunda, uluslar arası güçler devreye girer ve Türkiye'yi sıkıştırır.
Peki İslam'la ilgili bir özgürlük sorunu olduğunda ne olacak?
Toplumun büyük çoğunluğunu ilgilendiren bir inanç özgürlüğü sıkıntısı ortaya çıktığında ne olacak?
İşte bunlardan birini 40 yıldır yaşıyoruz.
Hatice Babacan isimli bir öğrenci, Ankara İlahiyat Fakültesi'ne başörtülü olarak girdiğinde sorun çıkmıştı.
Yıl 1968.
Bugün 2008'deyiz ve başörtüsünü konuşuyoruz. Tam 40 yıldan bu yana..Dile kolay.
Toplumda kadın nüfusun yüzde 60'ı bir şekilde başörtüsü örtüyor.
Toplumun yüzde 75'i başörtüsünün hayatın her alanında serbest olmasını istiyor.
Ve biz hala çözebilmiş değiliz.
Başörtüsü özgürlüğünün önüne laikliği çıkarıyoruz.
Toplumun yüzde 75'i değil, yüzde 95'i bile istese olmaz, diyenler var.
Nasıl bir düzen bu?
Evet, işte soruyoruz:
Nasıl bir demokrasi bu?
Hangi kriter, bir toplumun kılık kıyafetini laikliğe aykırı bulmayı ve yasaklamayı gerekli kılar?
Toplum iradesi beş para etmiyor mu bu düzende?
Nerede inanç özgürlüğü?
Nerede insan hakları?
Bir ülke 40 yıl bir sorunu çözmek için uğraşıp çözemese, binlerce nutuk, binlerce makale, yazılsa da çözüme ulaşılamasa... Bu yüzden partiler kapatılsa... O sistem nasıl bir sistem olur?
İçinden çıkamıyoruz.
Müthiş bir enerji israfı içinde bocalıyoruz.
Ülke olarak, binlerce genç kızın eğitim imkanını elinden almak ve bunun için bir acı duymamak.
Nasıl bir şeydir?
"Haydi kızlar okula!" diye kampanya düzenlemek ve onlar okulun kapısına geldiğinde "Bu kıyafetle içeri giremezsin!" demek. Çağdaş ülke normu bunu mu gerektirir?
Yetişmiş insan fazlamız mı var?
Neresinden baksanız dökülen bir süreç bu...
Akıl dışılığın kol gezdiği bir vasatta sürüklenip durmaktayız.
Bir ülkede sistem – toplum ilişkisi böyle on yıllarca sancı ortamındaysa, ülke ve sistem patinaj yapıyorsa, demokrasi bir türlü demokrasi olamıyorsa, hukuk kolaylıkla çarpıtılabiliyorsa, toplum çoğunluğu kendisini ağır bir baskının altında hissediyorsa...
Ne denir?
Burada ciddi bir bozukluk var, denir.
Evet, bu iş sağlıklı değil.
Türkiye, sistem planında sağlıklı bir dengeyi bulabilmiş değil.
Toplum nereye düşer, din nereye düşer, devlet nereye düşer?
Devlet ne için vardır, laiklik neye yarar?
Bunları henüz netleştirebilmiş değiliz.
Acaba daha kaç yıl lazım?
Başörtülü öğrenciler için bir ışık.... küçük bir ışık... yanmasını beklemek fuzuli mi?
Toplum çoğunluğu, bütün özgürlük beklentilerini rafa mı kaldırmalı?
Ak Parti ve MHP, minik bir ışık yakmaya kalktı, kıyamet kopuyor.
Ana muhalefet, başörtüsüne özgürlük talebi karşısında müthiş bir siyasi istismar hamlesi başlatmış bulunuyor. Araplara, Vehhabiliğe, Emevi ve Abbasilere kadar uzanıp ortaya bir yalan rüzgarı çıkarmak, sorumlu, insaflı devlet adamlığı içine girer mi?
Toplum çoğunluğu ile böylesine cepheleşmek, hangi halkla ilişkiler mantığı ile izah edilebilir?
Türkiye'nin bir akıl tutulmasından kurtulup, barışık bir sistem – toplum ilişkisi geliştirmesi zamanı gelip geçmektedir.
40 yıl çok uzun bir zaman. 40 yıl, bir sorun içinde debelenip durmak bir ülke için büyük kayıp. Büyük enerji kaybı. Büyük insanlık ayıbı...
Kurtulmalıyız bu fasit daireden. Başka ne denebilir?