Bölgedeki Rejimler ve İhvanı - Müslimin

Bölgedeki Rejimler ve İhvanı - Müslimin Arasındaki Gerilim Tırmanıyor

 

  

Arap Ortadoğu'su olarak bilinen bazı devletlerde İhvanı Müslimin hareketine yönelik bir gerilimin tırmandırıldığını gözlemlemek zor değil. Bu durum, Mısır ve Ürdün gibi bazı devletlerdeki tırmanışın yeni bir zirve yapmasından sonra yaşanmaya başlandı.

 

Mısır için sürekli tekrar eden böyle bir tırmanış, Hüsnü Mübarek rejimi için siyasî bir zorunluluk kabul ediliyor. Ancak şu anki tırmanış, öncekilerden farklı yeni aşamalara ulaşıyor. Çünkü Hüsnü Mübarek'in de içinde bulunduğu bir grup, İhvanı Müslimin'i kendi yönetimleri için en büyük tehdit olarak görüyor.

 

Mısır rejiminin ihvan konusundaki tedirginliğini artıran bir husus da, ikinci Bush döneminde Amerikan yönetiminin, "ılımlı İslâmcıları" kontrolleri altına alıp yeni bir açılım sağlamak amacıyla doğrudan bir tavır değişikliğine gitmesi olmuştur. Gerçi Amerikan yönetiminin bu tavır değişikliği çok kısa sürmüştür.

 

Bush'un Ocak 2004'te ikinci kez başkanlık makamına gelmesi münasebetiyle yaptığı konuşmadan sonra, bölgedeki Amerikan diplomasisi bu yönde çalışmıştı. Çünkü Bush konuşmasında Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin zorunlu olduğundan bahsetmiş ve dünyanın bu hassas bölgesinin mevcut haliyle, yani kapalı bir ufka sahip olarak kalmasının, Amerika'nın bölgedeki hayati çıkarlarını koruyamayacağını ve hedeflenen Amerikan güvenliğini sağlayamayacağını ifade etmişti.

 

Bu konuşmanın üzerinden henüz bir ay geçmişti ki Amerikan dışişleri bakanı Condoleezza Rice, Washington Post gazetesine, bölgede "yapıcı kaos" halinin ortaya çıkartılmasının önemli olduğunu açıklayan bir demeç verdi. O dönemde bu sözler, "Amerika, bölgedeki mevcut siyasî, toplumsal, ekonomik, coğrafî ve kültürel yapının bir bütün olarak değiştirilmesini istiyor" şeklinde yorumlanmıştı.

 

Yine o dönemde Rice, kişisel olarak –Mısır'ın mevcut durumunun devam etmesi şartıyla- İhvanı Müslimin hareketinin iktidara gelmesini tercih ettiğini açıklamıştı. Çünkü Rice'a göre iktidara gelmek, İhvan'ın halk desteği durumunu ortaya koyacak ve şiarlarının içinin boş olduğunu herkese gösterecektir.

 

İşte bu yeni bakış açısından hareketle Washington bölgedeki İslâmcılarla ilişki kurmaya çalışmış, ancak özellikle de Mısır ve Ürdün İhvanı Amerika ile böyle bir ilişki içine girmekten kaçınmıştır.

 

Mısır İhvanı ısrarla, Amerika'nın dışişleri temsilcileriyle ancak Mısır dışişlerinin merkezinde ve Mısır dışişlerinden bir heyetin katılımıyla görüşebileceğini, bunun dışında bir görüşme yapmasının mümkün olmadığını söyledi.

 

Ürdün İhvanı ise Amerika'ya karşı daha uzak bir tutum sergiledi; sebebi ise Amerika ile böyle bir diyalog içine girmeyi, Irak'taki Amerikan işgaliyle ilişkilendirmesiydi. Üstelik Irak İhvanı'nın bir kolunu temsil eden İslâm Partisi, Amerika'nın kararıyla kurulan Irak hükümetinin bir parçası olduğu halde.

 

Tabi bunlar o dönemde Mısır ve Ürdün'deki İhvan hareketlerinin açıkladığı sebeplerdir. Açıklamadıkları şey ise, ülkelerindeki rejimlerin gösterecekleri tepkileri hesap etmeleriydi.

 

Çünkü o dönemde ortada, Amerika'nın mevcut rejimler aleyhine İhvanı Müslimin ile bir anlaşmaya varmak istediği şeklinde bir söylenti dolaşıyordu. Bunun üzerine İslâmcılara karşı siyasî, güvenlik ve basın kanallarından saldırılar başladı.

 

O dönemde İhvan'a en fazla zarar veren bu tür karşılaşmalar oldu. Çünkü rejimler tarafından İhvan'a yönelik halk desteği bu noktalardan kırılmaya çalışıldı. İhvan'ın, "yapıcı kaos" hali oluşturmak isteyen Amerika'nın bölgedeki aracı olduğunu söylüyorlardı.

 

Her şeye rağmen, zamanın geçmesiyle ve Arap rejimlerinin baskısıyla, Amerikan yönetiminin İslâmcılarla diyaloga girme konusundaki istek ve cesareti kayboldu. İkinci Bush dönemindeki Amerikan yönetimi sadece bir meseledeki sözüne -nispeten- sadık kaldı: "Ilımlı" İslâmcıların, bölge devletlerindeki parlamento seçimlerine katılmalarına izin verilmesi.

 

İşte buradan hareketle Mısır İhvanı 2005'in sonlarında yapılan parlamento seçimlerine katıldı ve Mısır rejiminin açıktan yürüttüğü  her türlü karalama faaliyetlerine ve haksız uygulamalarına rağmen -ki Mısır rejimi bu noktada Amerika'nın kayda değer herhangi bir itirazıyla da  karşılaşmadı- beş sandalye almayı başardı.

 

O aşamada Amerika sıkı bir şekilde, bazı İslâmcıların –zafer kazanmadan- siyasî hayatın içinde olmasını istiyordu.

 

Ancak 2006'nın başında Filistin'de yapılan seçim, muhalefetteki Hamas haraketinin, iktidardaki Fetih hareketine karşı zafer kazanması ile sonuçlanınca, bu durum Amerika'nın ideolojik kanaatlerinde ve "neo-conlar" (yeni muhafazakârlar) olarak bilinen akım içindeki teorisyenlerde derin bir şoka neden oldu.

 

Bu kişiler, yani neo-conlar, Ortadoğu'ya özgür ve demokratik bir ortamın getirilmesini savunuyorlar ve bu yapıldığı takdirde seçim sandıklarından Washington'un müttefiki olan "liberal" akımların çıkacaklarını söylüyorlardı. Onlara göre halkların ihtiyacı olan tek şey, mevcut diktatörlük rejimlerinin ve kuşatıcı İslâmî hareketlerin yanında, seçebilecekleri üçüncü bir alternatifi görebilmeleridir.

 

Ancak söyledikleri gerçekleşmedi. Çünkü bölgede yapılan bütün özgür ve şeffaf seçimlerde sandıklardan, tartışmasız bir şekilde İslâmcılar çıkacaktı. İşte Filistin seçimlerinden sonra Amerika'nın meseleye yaklaşımı ve bu konudaki söylemi değişti.

 

Oysa Filistin seçimlerinin belirlenen vaktinde yapılması için İsrail'e ve hatta Filistin yönetimine baskı yapan bizzat Amerika'nın kendisiydi. Evet, İsrail'in muhalefetine ve Fetih hareketinin sembol isimlerinden pek çoğunun, Hamas'ın elde edebileceği sonuç (zafer) ile Amerikan yönetimini uyarıp korkutmaya çalışmalarına rağmen, seçimin zamanında yapılmasını Amerika istemişti.

 

O dönemde Amerika şöyle bir mantıkla hareket ediyordu: Siyasî kararları geçersiz kılma imkanına (gücüne) sahip olmadan, Hamas'ın makul bir ölçüde siyasî oyunun içine girmesi, zamanla onu akılcı hareket etmeye yönlendirecek; askerî direnişten ve mutlak (tavizsiz) tutum sergilemekten uzaklaştıracak ve siyasî eşitlik oyununu anlamaya sevk edecektir. Ancak sonuç Amerika'nın arzuladığının ve beklediğinin tersi oldu.

 

Hamas'ın parlamento seçimini büyük bir çoğunlukla kazanması, Beyaz Saray'daki karar alıcılar için son uyarı zili vazifesini gördü. Bu seçimden sonra anladılar ki, bölgede yapılacak her özgür seçimi üçüncü bir alternatif değil, aksine İslâmcılar kazanacaktır. Hatta belki de başkan Bush'un diktatörlükler olarak nitelediği rejimlerden Amerika'nın müttefiki olanlarda bile istikrar kalmayacaktır.

 

İşte tam bu noktada bölgedeki rejimler, Washington'daki karar alıcıları, bölgede demokrasiyi dayatmanın, -İslâmcılar bir kenara bırakılsa bile- bizzat Amerika'nın kendi çıkarları için çok büyük tehlikeler doğuracağına ikna etmek için hummalı bir gayret içine girdiler.

 

Seçimlerin sonuçlarının getirdiği felakete ikna olan Washington ise, bölgedeki rejimlerin bu yöndeki gayretlerine karşılık, onlar ile ilişkilerine hükmedecek yeni kuralların pazarlığına girişti.

 

Belki de Mısır'ın durumu bunun en açık örneğini teşkil ediyor. Evet Mısır rejimi, devlet başkanlığının baba Mübarek'ten, oğul Mübarek'e muhtemel bir devrine Amerika'nın ses çıkarmaması karşılığında, bölgedeki –özellikle de Filistin meselesindeki- temel politikasından uzaklaşıyor.

 

Amerika'nın bölgedeki rejimlerle girdiği yeni yakınlaşma sürecinin meyvelerinden biri de Hamas hükümetinin kuşatma (ambargo) altına alınması oldu. Bunun sebebi ise, Filistin deneyimini tekrar etmeye niyetlenen İslâmcıları bundan vazgeçirmek. Bu kuşatma halklara da şu mesajı veriyordu: Özgür bir kararın bedeli, yiyecek ekmek, içecek su ve hayatın idamesi için gereken diğer ekonomik unsurlar (yani bunları bulma meselesi) olacaktır.

 

Bu yeni yakınlaşmasının çizgileri, Haziran 2007'de yapılan Mısır parlamento seçimlerinde de açık bir şekilde görülüyor. Çünkü bu seçimler, kameralar tarafından da kayıt altına alınan yolsuzluklara ve haksızlıklara sahne olmuş ve bunlar neticesinde hiç bir İhvan adayı seçilememiştir. Ancak Amerika bunların hiçbirine ses çıkarmamıştır.

 

"Ilımlı" İslâmcılar meselesi ise, kendilerine karşı "güvenlik" mantığı ile muamele edilmeleri için kendi ülkelerindeki rejimlere bırakılmıştır.

 

Evet Amerika, -resmi kurumlarından ve araştırma merkezlerinden böyle bir yakınlaşmanın uygun olmayacağı doğrultusunda itirazlar gelmesine rağmen- bölgedeki rejimler ile yeni bir yakınlaşma sürecine girmiştir. İtirazlardan bazıları, İslâmcılardan uzaklaşmanın ve onların gerçek çapını görmezden gelmenin, bölgeye istikrar getirmeyeceğini ve Amerika'nın çıkarlarını korumayacağını söylüyor.

 

Ancak şu anda Amerikan yönetiminden çıkan en güçlü ses, "ılımlı" İslâmcılarla ilişkilerde "güvenlik" mantığını "siyasî" mantığa üstün tutan sestir. Özellikle de Ortadoğu'daki bazı Arap devletleri söz konusu olduğunda. İşte bu çerçevede geçen ayın sonlarında Ürdün'de yapılan belediye seçimlerinde yaşananları anlamak mümkün olur.

 

Ürdün'deki mesele, devlet içindeki en geniş halk akımını ve siyasî akımı temsil eden İslâmî harekete karşı -Ürdün yönetimi ve İslâmî hareket arasındaki "sulha" dayalı ilişkinin "tarihi" üslubunu yeniden oluşturmak amacıyla- yönetim tarafından gerilimin tırmandırılması problemi değildir. Yine mesele -hükümetin söylediği gibi- devlet ile İhvan arasındaki ilişkilerde oyunun şartlarını ve tarihi kurallarını değiştirmek amacıyla, "siyasî olgunluk" ve "yenilik" tedbirlerinin alınması problemi değildir.

 

Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse mesele, yukarıda genel çerçevesine işaret ettiğimiz son gelişmelerden sonra, rejimler ile İslâmcılar arasındaki oyunun kurallarının bölgenin tamamında değişmiş olmasıdır.

 

Son yıllarda değişik ülkelerde yapılan seçimlerde İslâmcı akımların büyük başarılar kazanmasından sonra, İslâmcılar bir ölçüde zafer sarhoşluğu ve kendine güven duygusu hissettiler. Böyle bir zafer sarhoşluğu hisseden akımlardan biri de Ürdün İhvanı'dır. Örneğin Ürdün İhvanı'nın parlamento grubu başkanı Azzâm el-Hüneydî'nin Filistin seçimlerinin hemen ardından yaptığı şu açıklama bunu gösteriyor: "Ürdün'de İhvan iktidara hazırdır."

 

Bu açıklamadan sonra Ürdün İhvanı ne kadar gayret ettiyse de, devlet erkanının korkularını yatıştırmada ve bu açıklamanın sebep olduğu çağrışımları yok etmekte başarılı olmadı. Çünkü devlet bu açıklamaya, İhvan düşüncesindeki yeni bir düzen olarak baktı.

 

Bölgedeki rejimler ile İhvanî akımlar arasındaki oyunun kurallarının değişmesi, hem Amerika'nın, hem de söz konusu rejimlerin ve İslâmcıların beklediğinden çok daha büyük sonuçlar doğurabilir. Hatta oyunun kurallarındaki böyle bir değişim, 80 yıldır siyasî yaklaşımlarını köklü ve ciddi bir şekilde gözden geçirmeyen İhvanı Müslimin cemaatine diğer tarafların sunduğu bir hizmet görevi de ifa edebilir.

 

Örneğin ihvan hareketini, uzun yıllardan beri kurmuş oldukları müesseselerden ve cemiyetlerden soyutlamak, aynı zamanda onları, yeni ve "yaratıcı" siyasi tercihler üzerinde düşünme ufkunu kapatan ağırlıklardan kurtarma anlamına da gelebilir. Çünkü İhvanî akımlar, bulundukları ülkelerdeki yönetimlerle ilişkilerinde bu kazanımları (müessese ve cemiyetleri) koruma  saikiyle hareket ettiklerinden, o müessese ve cemiyetler onların belini büken ve hareketlerini yavaşlatan bir yük niteliğine de bürünebiliyor.

 

İhvan hareketinin değişik ülkelerdeki kolları, oyunun "mevcut" kurallarını tercih ediyorlar. Çünkü bu kurallar, bu hareketlerin kazanımlarının ve -sağlık, sosyal, ekonomik, eğitim, siyasî ve kültürel- müesseseler ağının feda edilmesini gerektirmiyor. Zaten bu hareketler de kendi toplumlarındaki ve devletlerindeki etkilerini, bu müesseselerle sağlamlaştırdılar.

 

Eğer bu müesseseler İhvan'ın elinden alınır (müsadere edilir) veya devlet denetimi altına sokulursa, artık İhvan için geride kaybetmekten korkacağı bir şey kalmayacaktır. Böyle bir şey tıpkı bir adamın eşini ve çocuklarını kaybetmesi gibidir. Artık bu adam mantık dışı bir yolla intikam almaya karar verirse, geride onu bu kararından alıkoyacak bir şey kalır mı?

 

Yeni oyunun kuralları, İhvan'ı, kaplumbağaların sırtlarında taşıdıkları türden ve onların hareketlerinin yavaşlamasına sebep olan bir ağırlıktan kurtarıyor. Veya İhvan saflarından bazıları böyle düşünüyor. Evet, yeni kurallara ilişkin bir bakış açısı böyle. İkinci bir bakış açısına göre ise yeni oyunun kuralları bazılarının sandığından çok daha önemlidir ve sonuçları bütün bölge için tam bir felaket olabilir.

 

Değişik ülkelerdeki İhvanî akımlar, bulundukları ülkelerde, diktatörlük rejimleri ile kör bir şiddeti benimseyen akımlar arasında, toplumsal, siyasî ve fikrî bir denge faktörü olarak ortaya çıkıyorlar. Ülkelerini, parçalanmasına engel olacak şekilde, tam ortasından bir arada tutuyorlar. Bu yüzden onların zayıflatılmaları, ülkeleri için kaçınılması mümkün olmayan bir yarılma, hatta parçalanma anlamına geliyor... Allah takdir etmesin, bizleri zor seneler bekliyor.

 

Mesele, rejimler veya İhvan meselesi olmaktan çok daha büyüktür. Çünkü mesele ülkelerin ve bütün bölgenin geleceği meselesidir... Tıpkı Amerika'nın İslâmcılar meselesine "güvenlik" anlayışıyla yaklaşmasının ona herhangi bir fayda ve istikrar getirmeyeceği gibi, yeni oyunun kuralları da aynı sonucu doğuracaktır. Bu ülkenin âkil kişilerinin bunu idrak etmelerini diliyoruz.

 

Ancak bundan daha önemlisi, bizlerin kendi vatanlarımızda, bölgemizde ve toprağımızda, başkalarının emellerinin ve çıkarlarının kölesi olmamamızdır... Acaba aklı başında kimse yok mu?

 

 

Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.