Bir de bu açılardan

Savaş dahil bir müsabakada kazanılan başarı veya haklı çıkmanın ardından, Hz. Yusuf'un (as) kardeşlerine, Peygamber Efendimiz'in (sas) Mekke fethinde Mekkelilere ve Hz. Fatih'in İstanbul'un fethinde Bizanslılara yaptığı gibi -Fethullah Gülen Hocaefendi'nin de üzerinde durduğu üzere- mağlûpların zaten rencide olmuş bulunan hisleri daha da rencide edilmez; aksine tamir cihetine gidilir. Sayın Başbakan'ın seçim günü, gece yaptığı konuşma da bu açıdan hayli takdire şayandır. Bundan sonra da aynı his ve akl-ı selimle devam edileceği ümidindeyiz.

İkinci olarak, Kur'an-ı Kerim, "Siz bir şeyden hoşlanabilirsiniz; ama bu, belki hakkınızda şerdir; bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz; ama bu, belki hakkınızda hayırlıdır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara Sûresi/2: 216) buyurur. Dolayısıyla, bir gaye için tutunulması gereken meşru vasıta ve sebeplere tutunulmuşsa, neticede dünya adına ele geçene sevinmemek, elden gidene de üzülmemek yine Kur'an'ın emridir. (Hadid Sûresi/57: 23)

Üçüncü olarak, başarılar ya yapılan güzel işler karşılığında Cenab-ı Allah'ın bir ikramıdır veya biz güzel de bilsek, işlenen hatalar ve günahlarla, bunları işleme sürecinde gelen ikazlar karşısında istiğfar ve ıslah-ı halde bulunulmamışsa, bu takdirde -Allah korusun- istidracdır; yani helâke açılan kapıdır. Allah, ikaz manası taşıyan sıkıntılara rağmen küfür ve zulümde direten ve artık helâk sürecine girmiş bir topluma bu sıkıntıların ardından genişlik verir. (A'râf Sûresi/7: 95) Dördüncü olarak, Nasr Sûresi'nde açıkça emredildiği, bilhassa İsrail Oğulları'yla ilgili bazı ayetlerde dikkat çekildiği üzere (ör: Bakara Sûresi/2: 58), her başarı, hatta her nimet, mutlaka istiğfar ve hamd ister. Çünkü, başarıya giden yolda yapılmış olması muhtemel hatalar, başarının getirebileceği gurur ve onu insanın kendisinden bilebileceği gibi faktörler istiğfarı gerektirdiği gibi, her başarı Allah'a ait bulunduğu için de hamdi gerektirir. Bütün bu temel düsturlara dar manada "dinî" tutum ve görevler olarak bakılmamalıdır; bunlar, sağlıklı ferdî ve sosyal hayatın da gerekleridir.

Seçimlerin bizzat kendisiyle ilgili olarak da, kanaat-i acizanemce üç önemli husus hayli dikkat çekicidir. İlk olarak, seçim öncesi girişilen tasvibi imkânsız müdahaleler, vicdanlarda AK Parti lehine tepkiye yol açmıştır. Tepki, sağlıklı düşünmeye ve müspet hareketi öne almaya manidir. Ayrıca, söz konusu müdahalelerin ardından Hudson toplantısının sızdırılmasının, peş peşe çetelerin ortaya çıkarılmasının ve rüzgârın AK Parti lehine esmeye başlamasının üzerinde durulmamıştır. İkinci olarak, demokrasi hayatımızda belli süreleri takiben darbelerle gelen kesintilerin asıl sebebi, sivil "sağ" iktidarlar döneminde Müslüman çoğunlukta, İslâm hassasiyetli kesimlerde görülen gevşemeler ve dünyevîleşmedir. Son dönemde, İslâm'ın sosyal-ekonomik-siyasî hayat adına taleplerini ön planda tutan İslâmcılığın İslâmcı menşeli kadrolarla adeta çökertilmesi ve artık bu taleplerden vazgeçilmesi, hem İslâmcılar hem de AK Parti tarafından üzerinde çok düşünülmesi gereken bir konudur. Bu arada, önceki seçimde başörtüsü, imam-hatipler ve Kur'an kursları gibi halkın dinî taleplerini gündeme getiren AK Parti'nin bu defa bunları hiç gündemine almadan reylerini önemli ölçüde arttırması; eğer A. Taşgetiren Bey'in bakışıyla, halkın ümitlerini yitirmemiş olması manasına gelmiyor da, din artık halkın hayatında bir garnitür, olursa iyi, olmasa da olur hale gelmişse, asıl felâket bu olsa gerektir. Bu husus, bilhassa İslâm hassasiyetli kesimlerin en fazla dikkat etmesi gereken noktadır. Üçüncü önemli husus, AK Parti'nin Güneydoğu'da DTP aleyhine reylerini artırması ve terörle mücadelede şimdiye kadar uygulanan resmî teze sarılan CHP ve MHP'nin adeta tükenmesi, Güneydoğu veya Kürt meselesinin çözümü ve yöre halkının kazanılmasında en önemli faktörün din olduğunu ve başka yolların geçersizliğini bir defa daha ortaya koymuştur.

Olup-bitmişe kader açısından bakılır ve "Hayır, Allah'ın seçip takdir buyurduğudur". Seçim sonuçları da ümit ederiz hayırlı olmuştur ve inşallah hayır getirir.

Kaynak: Zaman