Benlik Fırtınası

'Kendini bilen Rabbini bilir'

Uçsuz bucaksız bir çölün ortasında yol almaktasınız, suyunuz bitti, bitecek; gideceğiniz yön yürüdükçe belirsizliğini koyulaştırıyor. Etrafın ıssızlığı sayesinde düştüğünüz hülyadan uyandıracak bir ses bulamıyorsunuz. Gördüğünüzün serap mı yoksa hayal mi olduğunu kestirecek şuuru yavaş yavaş kaybediyorsunuz. Ama kendine güvenen biri gibi, bir kez daha adımlarını ileri atarak meçhule doğru yürüyüşünü sürdürüyorsun. Çölün bitimsiz kumsallığı karşısında kendinden geçiyorsun. Fakat ne yazık ki son damla suyun bitimi ise an meselesi! Bir kum fırtınasına mı yakalandığın, yoksa içine düştüğün durum anaforun kendisi mi olduğunu betimleyecek şuuru kaybetmeye yüz tutmuşsun!

Panik atak olmaya ramak kalmışken; son bir kez daha kendine güvenini tazeleme adına güven yeminleri ediyorsun; ancak, bu yeminlere senin inancının da zayıfladığının farkındasın! Etrafına bakınıyorsun, kum denizinden başka bir şey göremiyorsun! Göz alabildiğine kum ve sanki canlı bir şekilde hareketlendiğini hissederek izlemeye koyuluyorsun. Sonucu tam olarak bilmediğin bir durumla karşı karşıya olduğun bilinci yokluyor seni. Sevinecek misin yoksa üzülecek misin, hala bu bilincin varlığına şaşırıyorsun! Daha önce yakalandığın ruhsal fırtınaları düşünüyorsun. Yaklaşan bu kum fırtınasının bundan daha kötü olmayacağı kanaatine sarılıyorsun. Fakat bu senin için yeni bir deneyim ve bu yeni deneyimin, hayatının üzerindeki etkisi uzun bir zamana ve mekâna yayılabilir. Bu düşünce gelince hafif bir burkuntu ile buluşuyorsun! Bu burkuntu kendini mide spazmına terk ederken bulantı haline geçiveriyorsun! Bir anda ne olduğunu anlamadan yeni bir mekân ve zamana sıçrayıveriyorsun!

Issız bir sokakta yürürken kendini buluyorsun! Zihnin karmaşa içinde adımlarını aheste aheste atıyorsun. Sanki bir şeyler bekliyor gibi bir halin psikolojisi içinde kendini bulurken, neler olduğu üzerine düşünme çabasına yöneliyorsun, fakat düşünmeye mecalin olmadığını hazin verici bir kaygıyla anlıyorsun. Bu kaygı zihindeki karmaşayı biraz daha koyulaştırıyor. Ne olacak beklentisi bile takatsiz haline fazlalık geliyor. Düşünüp düşünmeme arasında gidip gelen ruhun yorgunluğu adımlarına aksetmeye başlıyor.

Yaşadıklarını bir kez daha hatırlamaya çalışıyorsun. İnhirafları, itirafları, ihanetleri ve sorumsuzlukları hatırladıkça irkiliyorsun. Hafif bir titreme nöbeti geçiriyorsun. Hatırlamaya inatla devam ediyorsun. Zihnin birden kamaşmaya başlıyor. Hatırladıkça kızgınlığın artıyor. Fakat kızgınlığın yerini acıma alırken boğazına acı bir tat oturuyor. Bu acı tat, vücudun her tarafına yayılmaya başlıyor. Öyle bir an geliyor ki; acı kesiliyorsun. Ter vücudunu basarken hafakanlara sarılıyorsun. Sığınacak bir liman arama yerine acıyı giderecek bir şeyler yemek istiyorsun. Ekmek acıyı keser diye öğrenmişsin müşfik annenden, ah şöyle fırından yeni çıkmış bir ekmek bulsam da bu acıyı uzaklaştırsam kendimden diye umutla sokağa bakınıyorsun, bir bakkal veya fırın bulabilir miyim diye! Ama nedense, ne zaman bir şeyler ararsan genelde yakınlarda bir yerde bulunmazlar, şimdide olan bu…

Kahrediciliğin sağladığı acı duygusuyla yeniden içindeki sancılara gömüldü. Kendisini bu hale düşüren olaylar örgüsünü hatırlamak istemediği gibi hafızasından tamamen kovmak içinse neler vermezdi ki! Kendisinin dışında bir hayat olmadığı algısı, yaşadıklarının mutlak gerçeklik olduğu zehabını veriyordu kendisine… Hâlbuki biraz etrafına bakınsa, o kimsesiz ve yalnızlığa bürünen sokakta bile yaşamın pırıltılı örneklerini görebilirdi. Bir ağacın serinliği, bir kuşun cıvıltısı, çeşmenin su şakıması, bir duvarın serin gölgeliği ve çocukların her an sokağa fırlayacak olmasının taşıdığı duygusallık… Ama neylersin ki kendi derinliğine o kadar dalmıştı ki başka hayatların farkına varması öyle kolay değildi. Aslında yaşadığını tam olarak duyumsayamıyordu. Gerçekte nerede olduğu konusunda da hala kafası karışıktı. Bir çölde yaşadığı mı doğruydu, yoksa yalnızlığını kendine sığınak yapmış bu sokakta yaşadıkları mı, bir türlü karar veremiyordu.

Ruhunda yaşadığı fırtınanın kasırgaya durması mı kendisine böyle bir algıyı dayatıyordu, bilemiyordu! Hangisi gerçek sorusu yerini anlamsızlığa bıraktı. Kendi kozasında ördüğü şeyin gerçekliğini tartışmak istemiyordu. Ama bazen istemese de başka gerçekliklerin olduğunu anımsıyordu. O zaman işler çatallaşıyordu. Bir sıçrama zamanı daha gelmişti. Mekân ve zaman bir kez daha değişime uğruyordu.

Kendisini çöl fırtınasının tam ortasında buluverdi. Elindeki suyun bittiğini de içmeye çalışırken fark etti. Olsun dudakları biraz ıslanmıştı. Çöl fırtınasının ruh fırtınasından farklı olduğunu sanmıyordu. Bu kanaatini ölçmeye karar verdi. Ve kendini çöl fırtınasının ortasına bırakıverdi. Korunaksız, yardımcısız, bir başına…

  Fakat algısı ve şuuru bir canlılık belirtisi vermeye başlamıştı. Etrafına anlamlı ve meraklı bakışlar fırlattı. Neler olup bittiğinin farkına varıyordu. Farkına vardıkça neyle karşı karşıya olduğunun bilincine eriyordu. Ne olduğunun bilincine erdikçe gözlerinde feri sönmeye yüz tutmuş gözleri yeniden ışıltısına kavuşuyordu. Çölün ortasında fırtınanın göbeğinde olma, ona farklı bir haz ve heyecan katmaya başladı. Durumunu kavradıkça güçleniyor, güçlendikçe kendine güveni artıyor, güveninin kaynağı konusunda ise zihni berraklaşıyordu. Issızlığın ve yalnızlığın bir sanı olduğu fikri kendisini sarmaladıkça gücünün bitimsiz noktaya sürüklendiğini anlamaya başlıyordu. Bir çöl ortasında fırtınaya yakalanmakla, kentin kalabalık caddelerinde yalnızlık fırtınasına yakalanmak arasındaki farksızlığı derinden kavramaya başlıyordu. Olup bitenin kendiyle sınırlı ve kendinden neşet ettiğini anlıyor, içine yürüyen heyecan dalgasının kollarına kendisini bırakıveriyordu. İçinden yükselen ışığın aydınlatma gücü karşısında gözleri, göz bebeklerinden başlayarak öyle kamaşmaya başladı ki; zaman ve mekân ötesinden fark edilebilinirdi…

Bu ışığın kendisine sağladığı bilince dayanarak doğruldu, susuz kaldığı çölü vahaya dönüştürürken kentin yalnızlık kokan sokaklarına neşe saçtı.

Anladı ki; çöl’de, yalnızlık’ta içindeki derinlikte gizlidir. İçine yönelerek kendi derinliklerinde yakut ve mercan aramaya koyuldu…