Arap adem-i merkeziyetçilerden Kürt adem-i merkeziyetçilere

Şuubilerin ve ırkçıların zihin yapılarını ve kıvrımlarını tanımak için anonim bir biçimde kaleme alınan Sevretü’l Arab/Arap Devrimi kitabı adeta bir maden ve cephanelik.  Kitabı okudukça her türlü ırkçıların zihin kodlarını çözüyorsunuz.  Bugünkü ırkçıların ve milliyetçilerin kare köklerine de o kitaplarla ulaşıyorsunuz. Kare köklerini söz konusu kitapta yakalayabiliyorsunuz.  ‘Ella merkeziye’ yani adem-i merkeziyetçi partiler olarak anılan ırkçı ve milliyetçi Arap partilerinin savundukları temel tezlerden birisi yerinden yönetim yani ittihad-ı anasırın gevşetilmesi ve bütün Arap vilayetlerinin yerinden yönetimidir. Bu daha sonra Arapların felaketi olmuştur. Zira Arap vilayetleri Osmanlı’nın dağılmasından sonra ulus ( ed devletü’l kutriyye) haline gelmiştir.  Yani Osmanlı’nın dağılmasıyla kalmamışlar aynı zamanda Muhammed el Behiy’in’in de ifade ettiği gibi kendileri de dağılmışlardır. Kazdıkları kuyuya düşmüşlerdir.   İbrahim Temo’nun peşinden giden Arnavutlar da aynı akıbete uğramışlardır. Adem-i merkeziyetçi partilerin temel tezi bütün Osmanlı vilayetlerinin yerinden yönetimidir. Türkiye’de bu tez Prens Sabahattin’in tezi olarak da bilinmektedir.  Prens Sabahattin Ahrarcılığın ve liberalizmin babasıdır.  Arap adem-i merkeziyetçi partiler yerinden ve yerelden yönetim olmadıkça bir hükümetin veya idare şeklinin kalıcı ve başarılı olmayacağını öngörmektedirler. Beyrut ve Irak Islah Cemiyetleri ve Edebi Forum ve diğer Arap partilerin tamamı Osmanlı’nın adem-i merkeziyetçi bir yapıya dönüştürülmesini ve büründürülmesini istiyorlardı.  1913 yılında Arap partizanların Paris’te yaptıkları toplantının sonuç bildirgesinin üçüncü maddesinde açıkça Osmanlı devletinden adem-i merkeziyetçi bir yapıyı benimsemesi istenmektedir.  Dünkü adem-i merkeziyetçi Araplar  ‘Osmanlı geniş bir ülke ve İstanbul’dan yönetilemez’ diyorlardı.

Bugün de Kürtçü partiler ve özellikle PKK aynı mavalı veya teraneyi tekrarlamakta ve Türkiye’nin tek bir başbakan ve Ankara tarafından yönetilemeyeceğini savunmaktadır.  Bugün Kürt adem-i merkeziyetçiler dünkü Arap adem-i merkeziyetçilerin tezlerini aynen benimsiyor ve yeni döneme uyarlıyorlar. BDP Eşbaşkanı Salahattin Demirtaş, 1000 yıl sonra aynen ayrılıkçı veya adem-i merkeziyetçi Arap partilerin sloganlarını ve tezlerini tekrarlamaktadır. Selahattin Demirtaş aynı şekilde, "Türkiye, coğrafi ve nüfus olarak büyük bir ülke, tek bir merkezden, tek bir başbakanla yönetilemez" demektedir.  Seçim öncesinde bağımsız aday olduğu Hakkari'de seçim çalışmalarını yürüten Demirtaş, köyleri ziyareti sırasında şunları söylemiştir:  "Buradan Ankara'nın bürokrasisini aşmak neredeyse imkansız hale gelmiş. O yüzden biz diyoruz ki: İl genel meclislerine, bölge meclislerine yetki verilsin. Buradaki yatırımcı, buradaki işini, il genel meclisi ve bölge meclisi ile çözsün. Bu yüzden bizim önerdiğimiz demokratik özerklik yönetim modeli, aslında bütün bu sorunların çözümüdür. Her şey Ankara'dan yönetilemez. Türkiye, coğrafi ve nüfus olarak büyük bir ülke, tek bir merkezden tek bir başbakanla yönetilemez (Anadolu Ajansı) 09.05.2011 11:25 [2711603). "

100 yıldan beri şuubi zihniyette bir değişiklik yok. Kaldığı yerden devam ediyor. Elbette yerinden yönetim ve benzeri hususlar tartışılabilir. Tabu değil. Lakin bu ideolojik zeminde değil teknik zeminde olmalı. Milliyetçi veya ırkçı zeminler ideolojik zeminlerdir ve onlar bu teknik meseleyi istismar ederek ideolojik emellerine ulaşmak istiyorlar.  Türk veya diğer Müslüman unsurlara yabancılaşarak Enver Hoca veya benzerleri gibi hem ırkçılık hem de Marksist esaslar üzerine devlet kurmak istiyorlar.

*

Dünkü Arap ayrılıkçılarla bugünkü Kürt ayrılıkçıların refleksleri aynen tekrarlıyorlar. Ermeni muhibbanlığına ve hayranlığına kadar. Güya ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ davasını güdüyorlar. Dünkü Arap milliyetçileri Türklerle içli dışlı ve iltisaklı olan Kürtleri ve Türkleri kendilerine yaban ve düşman görürken Ermenileri dost kategorisine sokmuşlardır. Cemal Paşa’nın mezalim ve tehcir siyasetinden şikayet eden Arap milliyetçileri haklı olmakla birlikte bu durumu istismar ederek ve durumdan vazife çıkartarak Türk unsurunu Cengiz Han ve Timurlenk’in torunları olarak anmakta, yaftalamakta ve adeta ırkçılık zemininden Türkleri tekfir etmektedir. O sıralarda da milliyetçi Araplar İttihatçıların inkar ve asimilasyon politikasına başvurduğunu ve bu gidişle Suriye’de Arap bırakmayacağını iddia etmektedirler. Cemal Paşa’nın çift yönlü bir tehcir politikası izlediğini ve Suriyeli Arapları Anadolu ve Rumeli’ne sürdüğünü ve bu sürgünlerin zamanla Araplıklarını unutacaklarını ileri sürmektedir.  En önemli iddiaları ise şudur: Aziz Suriye’nin köyleri ve şehirleri Arap unsurundan arındırılarak yerlerine Kürt ve Türk yerleşimciler yerleştirilecektir! Ermenilere reva gördüklerini bize de reva görecekler…” Ermenileri kahraman ve asil bir millet olarak da selamlamaktadırlar (  Es Sevretü’l Arab, anonim, Mukattam Matbaası, 9 Aralık 1916 ve 13 Safer 1335, s: 242).

Bir de duruma bugünkü zaviyeden bakalım:” Erbil’de İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürt gruplarını biraraya getirmesi amaçlanan ancak Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani tarafından ertelenen Kürt Konferansı’na hazırlık amacıyla Diyarbakır’da DTK, HAKPAR ve KADEP tarafından düzenlenen ve çok sayıda Kürt oluşumunun katıldığı “Kürdistani Konferansı”ndan, “Kürtlere siyasi statü verilsin” kararı çıktı. “Kürdistan ülkesi” tanımına yer verilen bildiride, 1915 olayları soykırım olarak değerlendirildi. Diyarbakır’da toplanan ve iki gün devam eden “Kürdistani Konferansı”yla ilgili sonuç bildirisi yayınlandı. “Kürtler arası birlik ve tüm halklar ile ortak yaşama; yapılması düşünülen yeni anayasadan Kürtlerin beklenti ve talepleri; Kürdistan Genel Konferansı’na yönelik görüş ve öneriler” başlıklı gündem maddelerinin görüşüldüğü ifade edilen bildiride, Kürtlerden “halk”, üzerinde yaşadıkları topraklardan ise “Adı ile özdeşleşen ülkesi Kürdistan” diye söz edildi. Bildiride şu görüşler dile getirildi:“Kürtlerle birlikte ve yan yana yaşayan Kürdistan halkları Ermeniler, Süryaniler, Mehelmiler, Araplar ve farklı inanç grupları Ezidiler, Aleviler ve Sünni dindarlar da aynı kaderi paylaşmış, ret, şiddet ve inkar politikalarından fazlasıyla nasibini almıştır. Bir bütün olarak Kürdistan halkı ret ve inkar politikalarına karşı her seferinde haklı olarak direnmiş, ulusal onurunu korumak, haklarını kazanmak için inanç ve kararlılıkla mücadele etmiş bu uğurda büyük bedeller ödemiştir (Milliyet gazetesi, 21 Eylül 2011)”

Kürtleri Türkiye halklarından saymayan veya ayıran söz konusu Kürt bildirisi Anadolu’da yaşayan bütün halkları alt grup olarak yani Kürdistan halkları bağlamında zikretmektedir. Burada Türk milliyetçiliğine mi karşı çıkılıyor yoksa kontra ve makro bir milliyetçilik mi yapılıyor?

Bir gün Selahattin Demirtaş da  Ermeni şarkıcı Aznavur’un geldiği noktaya gelecektir ama korkumuz o ki, bu gözden geçirme ve iç muhasebe iş işten geçtikten sonra olmasın. Pişmanlık için geç kalınmış olmasın! Irkçılık hastalığı Arapları Cemal Paşa’dan kurtardı ama Kaddafi gibilerine mahkum etti! Peki, ne değişti veya ne kazandılar? Bunca zahmete değdi mi?  Hastalar için değmiş olabilir. Onlara sözümüz yok. Biz akillere hitap ediyoruz…