Amerika, el Kaide'ye karşı zafer ilan ettiğinde

Daily Telegraph gazetesi, CIA yetkililerinin Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada, insansız hava araçlarının bombardımanları ve Amerikan askerlerinin yaptıkları operasyonlarda el Kaide örgütünün liderlerinin büyük bir bölümünü yok ettiklerini sadece Eymen ez Zevahiri ve Ebu Yahya el Libi’nin kurtulduğunu yönündeki ifadelerini nakletmiş.

Aynı gazete, Amerikan uçaklarının ve özel timlerin yaptığı operasyonların devam edeceğini, Amerika doğumlu Yemenli Enver Avlaki’nin de içinde bulunduğu el Kaide yöneticilerinin önemli bir bölümünün yok edilmesinin bu operasyonların azalacağın anlamına gelmediğini, zira 2001’den sonra el Kaide’nin çok hızlı bir şekilde toparlandığına işaret etmiş.

Amerika kaynaklı bu bilgiler, ABD’nin teröre karşı mücadele olarak adlandırdığı şey hakkında ve son yıllarda gerek Pakistan ve Afganistan’da gerekse Yemen’de başta örgütün kurucusu ve merkezi şahsiyeti Üsame bin Ladin olmak üzere, el Kaide liderlerine yönelik suikastlardan sonra örgütün geldiği noktayla ilgili olarak son derece meşru bir soruyu sormaya bizi itmektedir.

80’li yıllarda el Kaide’nin çekirdeğini oluşturan yapının Afganistan ve Pakistan’daki ilk oluşum aşamasında kelimenin tam anlamıyla örgüt olduğunu söylemek zor iken, Bin Ladin’in Eymen Zevahiri liderliğindeki Mısır Cihad hareketi üyesi bir grupla buluşması ve onun Sudan’dan 1996’da kovulmasının ardından yeniden Afganistan’a dönmesinden sonraki aşamada gerçek anlamda bir örgüte dönüşmeyi başarmıştır. Bu buluşma, önce Cihat el Kaidesi adını sonra 1998 yılında başka gruplarla da birleşerek “Yahudilerle ve Hıristiyanlarla Savaş için Küresel Cephe” adını alan bir yapının oluşmasına yol açmıştır. Ardından da gerek örgüte uluslararası alanda şöhret getiren gerekse Müslüman gençler için çekim merkezi haline gelmesine neden olan eylemlerin yapılması aşaması gelmiştir. (Nairobi ve Darus Selam’da 1998 yılında Amerikan büyükelçiliklerine yönelik saldırılar, 2000’de Aden yakınlarında USS Cole gemisinin patlatılması, ve 11 Eylül 2001’de kulelerle yönelik saldırılar). 

Bundan önce örgütün faaliyetleri, Suudi Arabistan’da “Müşrikleri Arap yarım adasından çıkartın” sloganında özetlenen ve 1995 yılında Riyad’ta, 96’da Huber’de gerçekleştirilen patlamalarla ifadesini bulan çeşitli yerel eylemlerle sınırlıydı. Burada ayrıca Bin Ladin’in Suud’ta tamamen barışçıl amaçlarla kurulmuş olan Nasihat ve Islah Heyeti içerisinde etkinlikte bulunduğu, Körfez Savaşı sonrasıyla Sudan’dan ayrılmak zorunda kaldığı 1996 yılı arasındaki dönemi kapsayan siyasi etkinliklere dikkat çekmek gerekir.

2001’de gerçekleştirdikleri büyük eylem ve hemen ardından Afganistan’ın işgal edilmesiyle birlikte örgütün üyelerinin farklı ülkelerde maruz kaldığı operasyonlar nedeniyle dağılma aşamasına gelmesinden sonra el Kaide, Amerikan çıkarlarına ciddi manada zarar verebildiği bir eylem gerçekleştirememiş, örgüt ilk baştaki çekirdek yapısına dönerek siyasi ve askeri alanlarda saldırıları teşvik ve tahrik edici, sadece model olmakla sınırlı bir yapıya bürünmüştür.

Ancak Afganistan’ın işgalinden ve Tora bora harekatından sonra yeni durumla birlikte her ne kadar örgüt sadece bir düşünceye ve örneğe dönüşmüşse de, üyelerini artırmış, hiç ummadığı yerlerden yardımlar alır hale gelmiş, ve Amerikalı bir güvenlik sorumlusunun deyimiyle -Microsoft’un tersine- şubelerine ürettiği ürünler üzerinde değişiklik yapabilme ve onları kontrol edebilme imkanı tanıyan McDonalds’a dönüşmüştür.

Yeni durumda, Başta 2004 Madrid ve 2005 Londra saldırıları olmak üzere, örgüt, liderinden bağımsız bir şekilde bir çok eyleme imza atmış ayrıca başarısız olan ya da yarım kalan bir çok operasyona girişmiştir. Ancak bu aşamada en dikkat çekici husus, örgüte büyük ölçekli katılımların olması ve ögüt içerisindeki bütün grupların Şeyh Üsame’nin liderliğine biat etmiş olmalarıdır.  

Her ne kadar örgüte katılan diğer cemaat ve gruplar, el Kaide’nin uzak düşmanla (ABD ile) savaş stratejisi konusunda fikir ayrılığına düşmüş de olsalar, bu gruplar içerisinde Ebu Musab ez-Zerkavi’nin başı çektiği adı Tevhit ve Cihat Cemaati adını alan ve daha sonra örgüte katılımıyla birlikte bunu Mezopotomya el Kaidesi adıyla değiştiren biri vardı ki bu örgüt, merkez el Kaide’nin bütün hedefleriyle uyum gösteriyordu. Ancak el Kaide’ye sonradan katılanlar arasında Mağrip el Kaidesi ve Somali’deki Mücahit Gençler Hareketi gibi bazı hareketler vardı ki, bunların da merkez el Kaide fikriyatına ciddi manada hizmet verdiğini söylemek oldukça zordur. Bu hareketler el Kaide’nin imajına zarar veren, onun yaptıklarını daha ileriye taşımak yerine zayıflatan, 2003 yılında Fas’ta gerçekleştirilen Darul Beyza eylemi benzeri eylemlere imza attılar. Uzak düşmanla savaşmak yerine mahalli hedeflere saldırmayı tercih ederek örgüte büyük zararlar verdiler. Aynı şeyi, USS Cole eylemini hariçte tutarsak, Yemen el Kaidesi için de söylemek gerekir.

Bu dönemde el Kaide’nin yerel unsurlarının yaptığı eylemlerin büyük bir bölümünün her ne kadar medyanın ilgi alanı içerisinde kalsa da örgüte yük oluşturduğunu söylemek şarttır. Ancak Irak’taki durum oldukça farklıydı, zira insaf sahibi herkes Ebu Musab Zerkavi önderliğindeki Irak el Kaidesi’nin Amerikan hedeflerine son derece etkili saldırılarda bulunarak ABD’ye önemli kayıplar verdirttiğini söylemek boynumuzun borcudur.

Dürüst olmak gerekirse Irak’ta Amerikan varlığına karşı en etkili eylemlerin yapılmasında öncülük eden Ebu Musab ez Zerkavi’nin liderliğini yaptığı Irak el Kaidesiydi. İşgal projesini başarısız kılan oydu. Hatta bu yaptığının örgütün tarihi boyunca en önemli işi olduğunu söylersek hakikati aşan bir ifadede bulunmamış oluruz. 11 Eylül saldırılarının Irak’ın işgaline yol açtığı söylense de (–ki bazı Amerikalı yetkililer bunu yalanlamaktadır- CIA eski şeflerinden George Tenet, Bush’un Beyaz Saray’a seçildiğinde işgal kararının cebinde olduğunu söylüyordu) el Kaide, eylemleriyle sadece bütün bölgeyi işgal etmeyi kafasına koymuş olanları başarısızlığa uğratmakla kalmadı aynı zamanda, Amerika’ya öyle kayıplar verdirdi ki güç ve nüfuz alanında ona ciddi geri adımlar attırmayı başarabildi. Bunun yararı en çok yıllardır tek kutuplu dünya sisteminden ve Amerikan devletine rakip çıkacak bir gücün olmamasından herkesten önce en çok zarar gören Müslümanlara olmuştur.  İşte burada Amerika’nın el Kaide’yle mücadelesinde kimin galip kimin mağlup olduğu sorusunu sormak son derece meşru bir tutumdur, zira biz beşeriyet tarihindeki dünyanın en büyük imparatorluğu karşısındaki küçücük bir örgütten bahsediyoruz.

Tabii ki bölgedeki Amerikan projesinin başarısızlığa uğratan tek şey el Kaide’nin eylemleri değildi. El Kaide’nin yanında Irak’taki diğer İslami direniş grupları da yaptıkları fedakarca eylemler ve kahramanlıklar sayesinde bu proje geriletilebildi. Unutmamak gerekir ki el Kaide’nin üyelerinin önemli bir bölümü Iraklılardan oluşuyordu.

Örgütün Irak’taki baharı uzun sürmedi. El Kaide’nin örgüt olarak, Irak İslam Devleti’ni ilan etmesinden sonra yanlış hesaplara girerek Şii sivillere yönelik saldırılarda bulunmaları, siyasi faaliyetlere katılan diğer Sünni gruplarla çatışmalara girmeleri, bununla da yetinmeyip hem diğer direniş gruplarına hem de aşiretlerin bizatihi kendisine savaş ilan etmeleri, (ayrıca örgütün elini dışarıya uzatması, bunun en bariz örneği Ürdün’de 2005 yılında gerçekleştirdikleri otel saldırılarıdır) kendisine tesir edebilme ve eylem yapabilme imkanı tanıyan halk tabanını kaybetmesine yol açtı.  

Sadece halk tabanının kaybedilmesi, değildi örgütün gerilemesine neden olan, dışsal desteğini yitirmiş olması  (halk desteği Arap ülkelerinde kuşatıldı, ya da olan bitenler hakkındaki kanaati değişti) da bunda rol oynadı. Örneğin Suriye, siyasi ve güvenlikle ilgili değerlendirmeleri nedeniyle savaşçı ve finans akışına hoş görülü davranamazdı. En önemlisi ise siyasi faaliyete katılımı arzulayan Sünni Arapların tutumundaki değişiklikle birlikte ortaya çıkan “Sahvat” (Irak’ta aşiret gruplarının bir araya gelerek oluşturdukları milis gücü) olgusunun ortaya çıkarak el Kaide’ye öldürücü darbeler vurmasıydı. Diğer direniş gruplarıyla da benzeri şeyler oldu, sonuç olarak örgüt geriledi.

Şayet el Kaide Örgütü’nün Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinin ardından ortaya çıkan Selefi Cihadi akımın bayraktarlığını yaptığını, ardından bir çok Arap ülkesine ve bazı İslam ülkelerine yayıldığını, ayrıca Bosna, Çeçenistan, Filipinler ve Somali gibi ülkelerde bir tür akıma dönüştüğünü söyleyebilirsek, halkın bu akıma yönelik tepkisinin eskisi gibi olmadığını görürüz. Bu da selefi cihadi grupların kendi yöntemlerini yeniden gözden geçirmelerine iten saik olmuştur, nitekim bu hareketin bir süredir Ürdün’deki Makdisi örneğinde olduğu gibi kendini gözden geçirdiğini ve Arap yarım adasındaki askeri eylemlerin (bazı rivayetlere göre Üsame bin Ladin’in bizzat emriyle) durduğunu gözlemliyoruz.

Artık el Kaide geçmiş dönemlerde olduğu gibi etkin bir aktör olmaktan çok uzak. Ancak bundan da önemlisi bir model olarak da cazibesini yitirmiş durumda. Tunus’ta Libya’da ve Mısır’da başarılı olan Arap baharı ise toplumları dönüştürmede çok daha başarılı bir model olarak insanları ikna etti. Bu el Kaide’nin hem örgüt hem de bir düşünce olarak bittiğini gösterir mi? Elbette hayır, şurada burada önderlerinin fikirlerine bağlılığını sürdüren tıpkı Yemen’de Somali’de ve ve Fas’ta olduğu gibi çeşitli gruplar var olmayı sürdürecek. Buna Gazze şeridini de eklemek gerekir ancak buradaki mevcut kuşatmanın getirdiği zorluklar nedeniyle pek de başarılı olamadığını ve kayda değer bir eylem gerçekleştiremediğini söylemek gerekiyor. Neticede bir bütün olarak el Kaidenin etkisi sınırlı kalacaktır.

Irak’taki şube ise, zaman zaman gerçekleştirdiği eylemlerin de gösterdiği gibi pratikte bütünüyle bitmiş olmasa da eski gücünü çoktan yitirmiştir. ABD askerlerinin bu senenin sonunda ülkeden tamamen ayrılmasıyla birlikte eylemleri tamamen Irak içerisine yönelik eylemle sınırlı kalacak olup ya zaman zaman Şii gruplarıyla ya da siyasi sürece katılan Sünni gruplarla hesaplaşma şeklinde cereyan edecektir.  Bu tür eylemler ise hiçbir zaman halk tarafından kabul görmemiş bundan sonra da görmeyecektir. Bu eylemler yukarda da ifade ettiğimiz gibi halk tabanını yitirmesine ve planlayıcılarının zamanla ortaya çıkarılmasına neden olacaktır.

Geriye örgütün şu anki lideri Eymen ez Zevahiri’nin teşvik edici ve kışkırtıcı rolü kalıyor ki yaptığı konuşmaların Üsame Bin Ladin kadar etkili olduğunu söylemek mümkün değil. Gerek Arap baharında görüldüğü şekliyle selefilerin de içinde olduğu İslami grupların bir zamanlar haram olarak telakki ettikleri siyasi sürece katılmaları örneğinde de olduğu gibi Zevahiri’ye çok da uzun sürmeyecek bir zaman diliminde ulaşılacaktır. Bin Ladin’in de ölmeden önce verdiği son mesajlarda Arap baharına ve barışçıl devrimlere verdiği desteğini unutmamak gerekir.

Son olarak el Kaide’nin içinden geçmekte olduğu zor şartların, onun sonu anlamına gelmediğini söylemek istiyoruz. Bunu söylememizin nedeni şurada ya da burada örgüte bağlı bazı grupların hareketliliği ya da yer yer eylemler gerçekleştirmiş olmaları değil, kendisini ortaya çıkartan etkenlerin –her ne kadar bu durum şu aşamada uzak görünse de- yeniden sahneye çıkmasıyla birlikte örgütün de yeniden güç kazanma ihtimalinin yüksek oluşudur. (Zira örgütün Irak’taki güçlerini Suriye’ye intikal ettirmesiyle bu ülkede silahlı çatışmaya girme imkanı kazanacağı açıktır). Ayrıca örgütün literatürünü okuyarak ve ondan ilham alarak Nijeryalı Ömer Faruk ve Filistin Kökenli Amerikan Subayı Nidal Hasan’ın yaptığı gibi bireysel eylemlerde bulunma imkanının halen mevcut olduğunu unutmamak gerekir. Ancak en net olan boyut, içe dönük bir şiddet programına sahip olan akımların siyasi cazibelerini yitirmeleri ve bu yapının unsurlarının ve taraftarlarının yeni bir sürece girmeleri hususudur. Ve hatta belki de bu unsurların Arap devriminin ayrılmaz bir parçası olmalarıdır.

 

El Cezire’den çeviren: Faruk İbrahimoğlu