Altın beyinli adam


Daha dün gibiydi; her makalesini, her kitabını müthiş bir iştahla okur, yeni eserlerinin yollarını sabırsızlıkla gözlerdik.


Demek, Erol Güngör'ün aramızdan ayrılmasının üzerinden koskoca 25 yıl geçti..


Hey kurban olduğum Allah, nasıl da geçiyor zaman!


İlk gençliğimizde, 80'li yılların başlarında kitaplarıyla tanıştığımızda, düşünce dünyamız Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergilerinin etrafında kümelenen aydınların etkisiyle şekillenmişti…


Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil'in eserlerini başucumuzdan ayırmazdık.


Necip Fazıl projeksiyonu, fakirin gözünde, her şeyden evvel Batı tefekkürü karşısında müthiş bir özgüveni; Sezai Karakoç bu özgüvenin yaslandığı köklerde yeniden dirilmeyi; Nuri Pakdil ise, yeryüzünde tek kalsak da kimseyi "iplemeyecek" kadar emeğe, alın terine ve elbette Kudüs'e, velhasıl-ı kelam, dirilişe ve diriliş erlerine sarsılmaz şekilde "bağlanma"yı ifade ederdi.


Bir de Cemil Meriç vardı tabii.


Üslubu başımızı döndürür, her sözü aklımızı başımızdan alırdı.

"Kendi dillerinden bile habersiz bir alay hödük bir alay gogmagog" arasında parlayan bir yıldızdı o.

O yıllar tercüme eserlerin harıl, harıl okunduğu yıllardı. Ali Şeriati'den Seyyid Hüseyin Nasr'a kadar ne varsa okurduk.


Görüşlerine hepten katılmasak da Kemal Tahir, Niyazi Berkes, Attila İlhan gibi (hini hacette) "sol cenahta" yer aldığı söylenen aydınların görüşlerine pürdikkat kesilirdik.


Mümtaz Turhan, Seyyid Ahmet Arvasi gibi nihayetinde sağcı, milliyetçi çizgide değerlendirilen düşünce adamlarına saygı duyar, kitaplarına bigâne kalmazdık.


Cemil Meriç'in dile getirdiği "Münakaşa hakikati birlikte aramaktır." ölçüsüyle, mezkur düşünce adamlarını zihnimizde kapıştırır; birbirleriyle uzlaşmaz tesmiye edildikleri halde, dip yerlerde kesiştiklerini heyecanla keşfeder; sahicilikten arındırılmamış düşünceye, "hakikatin" uzattığı gizli eli görür gibi olurduk.


Vefatının 25'inci yıldönümünde rahmetle andığımız Sosyal Psikolog Prof. Dr. Erol Güngör, deyim yerindeyse, zihnimizdeki bu "kapıştırmayı" sağlıklı bir şekilde yürütebilmemize müthiş katkı sağlayan, birbirinden değerli eserleri düşünce iklimimize armağan etmişti.


Kenneth Boulding'in ifadesiyle, "altın beyinli" bu adam İslam'ın, tasavvufun, milliyetçiliğin bugünkü meselelerini büyük bir yetkinlikle ele alıyor; 'millî kültür davasına' eleştirel katkısını, bu davanın içinden veriyordu.


Mesela, "İslamcı aydın" tesmiye edilen birçok aydın, Erol Güngör'ün, "İslâm'ın Bugünkü Meseleleri" adlı kitabının yayımlandığı o döneme kadar, söz konusu "meseleler" hakkında sadra şifa bir kelâm etmek şöyle dursun, bu meselelerden haberdar bile değildi.


Benzer şeyleri, milliyetçilik davasını, milliyetçiliğin içinden eleştiren eserleri üzerinde adamakıllı düşünmeyen milliyetçi aydınlar için de söylemek pekala mümkün.


Eğer "İslamcı düşünce geleneği"ne mensup okumuş – yazmışlar, merhum hocamızın dile getirdiği meseleler üzerinde yeterince düşünebilselerdi, dahası bu zihni dirayet ve çabaya katkıda bulunmanın çilesine talip olsalardı, günümüzde yaşadığımız savrulmayı bu denli içler acısı şekilde yaşamayabilirlerdi.


Milliyetçi arkadaşlar da, rahmetli hocamızın milliyetçilik üzerine kaleme aldığı makaleleri ciddiyetle okusalardı, millî olan bütün değerleri, "irtica" diyerek aşağılayan "ulusalcılar"la, aralarına "mesafe" koymakta bu kadar zorlanmazlardı.


İdris Küçükömer'in sorduğu sorular üzerinde hakkıyla düşünmeyen "solcular" ne kaybettiyse, "sağcılar" da Erol Güngör'ün eserlerini fehmedemeyerek aynı şeyi kaybettiler.


Sonuçta kaybeden Türkiye olmuştur.


Çünkü şu kavruk düşünce piyasamızda arzı endam eden malûm çevrelerin münakaşasından hiçbir hakikat çıkmaz.


Allah aşkına söyler misiniz; hakikati birlikte aramak yerine, hakikati birlikte çarpıtmaktan öte ne işe yarıyorlar?

 

Kaynak: Yeni Şafak