Afganistan: Şu kadar yıl, şu kadar yanlış

Beyaz Saray’daki koltuğuna oturduğunda, Başkan Obama dış ilişkilerde Afganistan meselesine öncelik tanıyacağını beyan ettiyse de bu mesele sonunda onun başbelası olacakmış gibi duruyor. Son dönemde çözüm planının olumlu sonuçlar vereceğine emin olmadan hiç bir karar almayacağını dile getirdi. Onun bu yerinde kararlılığına karşı General McChrystal, kazanmak için sabit, uzun vadeli vaatlerin gerekli olduğunu vurguladı. Afganistan konusuna, daha uzun bir zaman kavramı/ölçüsüyle yaklaşmak zorunlu olduğu bir gerçek fakat, sadece ABD seçmenlerinin yarısından fazlası değil, diğer müttefiklerin toplumları da artık oradan zaman yitirmeksizin çekilmek gerektiğini düşünüyor ki, Başkan Obama’nın vurguladığı zorunluluğa dönük ciddi bir kısıtlama teşkil ediyor.

2001’i takip eden ilk yıllarda, Taliban Afganistan’dan çekilmiş gibi görünüyordu ve bu durum iyimserlik yanlılarının ‘hafif ayak izi’ (light footprint) adını verilen siyasete büsbütün inanmalarına yol açtı. Söz konusu politika küçücük adımlarla büyük işler yapılabileceği düşüncesine dayanıyordu. Böylesi bir politikanın yanlışlığı bir yana, ikinci bir hata, Washington’un, işbirliği yaptığı savaş yanlılarından sıyrılmak için pek de bir girişimde bulunmamasıydı. Bu yanlışların ertesinde de Washington gayretini ve kaynaklarını Irak’a yönlendirip faturasını Afganistan’a çıkardı. Mevcut durum çok daha vahimdi, telafisi de bir o kadar pahalı olacaktı.

İhmaller
Öyle de oldu. Afganistan ihtiyaç duyduğu fonların ancak dörtte birini ABD’den sağladı fakat paraların başka yerlere harcanmasına mani olamadı. Amerikan kaynaklarının % 94’ü askeri kaynaklara harcandı. Kaynağın kalkınmaya sarf edilen payı sadece % 6 idi ve sonuç olarak Bosna-Hersek’in ABD’den aldığı kaynaktan kişi başına 279 dolar düşerken bu rakam, Afganistan için 67 dolarda kaldı.

İhmal edilen bir diğer husus yetkili hükümet görevlilerinin eğitimidir. Afgan hükümeti ülkeyi idare etmek için geleneksel kabile liderlerine başvurdu. Doğal olarak ne işlerini becerebildiler, ne de rüşvet yemekten kendilerini alıkoydular. Oysa yapılması gereken ilk iş olmayan bir yönetim bilimleri okulu kurmak ve ülkeyi yönetecek bürokratları yetiştirmeye başlama olmalıydı. Oysa Afganistan 2005’te çağdaş bir kurum olarak Harp Akademisi’ni kurduysa da henüz bir Yönetim Bilimleri Okulu oluşturmamaktaki kayıtsızlığını sürdürüyor. Afganistan anlamsız bir rekabet içine girmek yerine bu konuda komşusu Pakistan ve Hindistan’la bölgesel huzur için örnek bir işbirliği rahatlıkla işbirliği yapabilir. Yanı sıra, Midhat Paşa’nın Osmanlı’da benzer bir durumda yaptığı gibi, örnek eyaletler kurabilir.

Kişi başına gelir son dönemde üç misli artarak yıllık 365 dolara yükselmiştir. Afganların yüzde sekseni şu anda bir sağlık kurumuna başvurabilirlerse de, kadınların yüzde on altısı hala doğum esnasında hayatını kaybetmektedir. Yeni doğan bebeklerdeki ölüm oranı azaldığı halde, çocuk nüfusun yüzde yirmi beşi bir yaşını bulamamaktadır ki, bu dünyada en yüksek orandır. Nüfusun Yüzde 55’i cep telefona ulaşabilmekte, yüzde 38’televizyon izleyebilmektedir. Beş milyondan daha fazla çocuk nüfusunun yüzde 60’ı okula gitmektedir. İlk okul öğrencilerinin yüzde 35’i kızdır, ama lise düzeyinde o rakam % 5’e düşmektedir. Bu arada okul deyince, Afganistan’da, kitapsız, çatısız, duvarsız, hatta öğretmensiz bir yeri kastediyoruz.

Son aylarda yaşanan seçim rezaleti Afganistan probleminin tabiatına bir işarettir. Aylar önceden seçime hile karıştırılacağına dönük belirtiler vardı. Basın seçim yolsuzluklarını apaçık yazdı. Ne var ki yolsuzlukları yapan sadece Karzai taraftarı değildi. Tartışılan bir seçimden sonra tartışılan bir hükümet yerinde kaldı ve sonradan geliştirilen kararlar da, yeni kabine dahil, bir ibret dersi alındığını pek göstermiyor. Dünyanın ve Amerika’nın tüm rahatsızlığına karşın Afganistan’da ‘eski tas eski hamam’ durumu devam etmektedir.

Bütün bunlara mukabil Afganistan’da olumlu unsurlar yok değil. Ne Taliban üniter bir gruptur ne El Kaide. Savaşa katılanların tek dürtüsü ideoloji değildir. Bu insanların çoğu mali sebeplerden, bir çoğu da kabile baskısından dolayı savaşta yer almaktadır. Anlaşmak için bir çok zemin söz konusudur. Değişmez görünen zihniyetler kolaylıkla değişebilir. Her şeye rağmen, Afganlıların % 82’si şimdiki Afgan hükümetini tercih etmektedir ve Taliban desteği gene tekli rakamlarda kalmaktadır. Ne var ki, bütün bunlar orada geçirdiğim yıllarda sürekli olarak duyduğum bir yargının önemini azaltmıyor: “Biz sizi burada istiyoruz. Zaferinizi de istiyoruz. Fakat bir hayli insan buraya gelip başarısız oldu oysa biz her zaman buradayız. Eğer siz de başaramazsanız, biz yaşamak için kendi başımızın çaresine bakmağa mecbur kalacağız.”

Yeni yaklaşım
Yedi yıl savaştıktan sonra, Cumhurbaşkanı Obama Afganistan’a yeni bir yaklaşım getirdi. Binlerce askeri daha Afganistan’a gönderecek, fakat NATO müttefiklerinin çoğunluğu aynı oranda bir katılımdan çekiniyor. Dünyanın her yerinde Afganistan’daki savaşa verilen destek zayıflıyor. Avrupa liderleri kendi toplumlarına Afganistan’a yapılan müdahalenin bir sosyal yardım hareketi değil, gerçek bir savaş olduğunu çok net bir şekilde açıklamamış bulunuyor ve bu arada, savaş sonuçlanacağına büyüyor.
Askerin yanı sıra ABD bölgedeki sivil elemanların sayısını da ciddi ölçülerde artıracak, fakat işler henüz olması gerekenden çok uzak. Bugünkü duruma bakınca, ivedi bir ek çabanın gerektiği görülebiliyor. Beyaz Saray’ın mevcut planının bilhassa kalkınma ve idare kısımlarını çabukça uygulanması elzemdir. Oysa ABD hükümeti kaç asker gideceğini kimin nereye gideceğini, ne yapacağını biliyorsa da sivil tarafta öylesi bir netlik bulunmuyor.

Öte yandan çağdaş silahlı kuvvetleriyle birlikte, Afganistan’ın onu destekleyebilecek bir ekonomiyi geliştirmesi gerekiyor. Afganistan’ın kendi mali olanaklarını yaratması ve kendisini idare etmesi şarttır. Savaşı kazanmak meselenin yalnızca bir cihetidir. Afganistan kendi üretimiyle yaşayabilen bir ülkedir. Eskiden kendisini geçindirecek bir üretimi gerçekleştirebiliyordu. Bunu gene sağlayabilir. Çiftçiler afyondan başka bir üretim tercih edebileceklerini söylemişlerdir. Bunu yapabilmek için, mali destek, alternatif üretim ve uzun vadeli bir dönüşüm dönemi gerekiyor. Afyon üretiminden vazgeçen il sayısı artıyor her yıl artmaktadır. Afyon üretimine Taliban yardım etmekte ve bu yoldan çiftçiyi hükümete karşı zor bir konuma itmektedir. Kâbil hükümetinin başlıca beceriksizliklerinden birisi bu konuda hükümet görevlilerine ve hatta özellikle Başkan Karzai’nin yakınlarına karşı hareket edemeyişidir.

Haritalara baktığımızda, ulusların çizilmiş sınırlarını görürüz ve bu bize sorunların sadece o çizgiler içinde kaldığını düşündürtür. Oysa Afganistan’da sadece Peştular (?) için değil bütün bir Afgan halkı için, o çizgiler, o sınırlar nerdeyse yoktur. Bu tarihin yarattığı bir durumdur. Moğol İmparatorluğunun yönetim dili Farsçaydı. Afganistan’da da Tacikler arasında da Acemler tarafından hemen anlaşılan eski bir Farsça lehçe kullanılmaktadır. Orta Asya’nın muhteşem kültür başkentleri, Buhara ve Semerkant, şu anda Özbekistan topraklarında bulunan, tarih boyunca Farsça konuşan şehirlerdir. Batı Afganistan’da Herat, İran medeniyetinin ana kaynaklarından birisidir. Dolayısıyla bugünkü mevcut sınır çizgileri bize geçmişten gelen bu hikâyeyi anlatmaya yetmiyor, yetmez de.

Kaldı ki, Afganistan’daki Taciklerin nüfusu Tacikistan’dakinden daha kabarıktır ve milyonlarca Türkmen ve Özbek kimisi asırlarca, kimisi 19. Kimisi 20. yüzyılda Rus ordulardan kaçmak için Afganistan’ı yurt edindiler. 1990’larda Tacikistan’ın iç savaşına katılan Özbeklerin bir kısmı o savaşın ardında güneye gidip Taliban ile birleştiler. Sonra Pakistan’a gittiler ve El Kaide’ye katıldılar. Bölgede halklar arasındaki
bağlar ve sınır ilişkileri bildiğimizden daha eski ve daha derindir.

Demokratikleşme
Afganistan kâbusu bütün bölgede demokratik gelişmeyi gölgelemiş durumdadır. Orta Asya hükümetleri kendi halklarını kontrol edemedikleri takdirde akıbetlerinin Afganistan gibi olacağından korkmaktadır. Gerek Rusya gerekse Cin bu hükümetleri hem doğrudan doğruya hem de Şangay İşbirliği Teşkilatının çatısının altında korumaktadır. Bu son teşkilatın bölgede gittikçe artan bir nüfuzu vardır ve ortak askeri manevralar gerçekleştirmişlerdir. Yörede devam eden ABD askeri varlığından endişelidirler. Washington’un bu kritik bölgede ne yapmak istediğini bu çerçeve içinde çok iyi kavrayıp planlaması lazımdır ve bunu bölgedeki bütün memleketlere, Rusya ve Çin dahil, iletmek zorundadır. Aksi takdirde, Orta Asya ülkeleri şüpheli bir Amerika planından korkmağa devam edecektir. Bu meyanda bütün bu komşu memleketlerin Afganistan probleminin çözümünde daha etkin bir rol alması şarttır.

Gerek Pakistan gerekse Hindistan kendi rekabetlerinde Afganistan’ı bir oyun sahası olarak kullanır. bu gerçek ortadan kalkana kadar Afganistan’a huzur gelmeyecektir. İran’ın da Afganistan’da bir rolü olduğu kuşkusuzdur. 2001’de yapılanlardan sonra, Iran ‘kötülük ekseni’ne dahil edilmekten çok acı bir şekilde yakınmıştır. Iran, Afganistan’da yardımcı olabilecekken aynı zamanda problem yaratabilecek bir bünyeye sahip olduğunu da açıkça ifade etmiştir. Unutmayalım ki, Acem kılıcının her iki yanı da keser.

Batılı bağışçılar yoruldu diye Afganistan meselesi yok olamaz. Afganistan meselesinin iyileşmesi için güvenliğin güçlenmesi ve Afganistan’a Taliban’ın gelmesine olanak yaratan koşulların ortadan kaldırılması gerekir. Bu iş pahalı ve uzun vadelidir. Çoğu insan anlaşılır sebeplerden dolayı bu muammadan kurtulmanın yolunu arıyor. Temmuz 2001’de Afganistan’ın kuzey komşu Tacikistan’daki sefirlik görevim bitti. Vedalaşırken, Washington’a köktendinci teröre karşı savaşıp savaşmamaya karar verecek olanın Amerika olmadığını yazdım. Biz sadece bu savaşın nerede, hangi mekanda olacağını kararlaştırabilirdik. Bu gün de aynı tehditler ve aynı karar arayışıdır söz konusu olan. 

Robert P. Finn: Müdahale sonrasında Afganistan’a atanan ilk büyükelçi,
Princeton Üniversitesi, Lichtenstein Merkezi. Türk romanının doğuşuyla ilgili bir kitabı da bulunan Türkolog Finn, bu yazıyı Türkçe kaleme almıştır.

Kaynak: Radikal