ABD, Rusya'yı tahrikten kaçınmalı


Ne Abhazların hamiliğine soyunması, ne de "soykırım"a karşı Güney Osetya'ya "insani müdahale"de bulunduğu iddiası Rusya'nın gerçek niyetlerini gizleyemediği gibi, saygınlığını da artırmadı.
Kafkasya'da yaşananlar ne Soğuk Savaş'ın geri geldiğinin, ne de Rusya'nın gücünün kanıtları. Gerçek şu ki, yükselen petrol fiyatlarının zenginleştirdiği ve cesaretlendirdiği Rusya, SSCB'nin ne "yumuşak", ne de "sert" gücüne sahip.

Sovyet döneminde Moskova'nın, bütün dünyaya seslenen bir dili (sosyalizm ideali) vardı ve o sayede evrensel bir cazibe merkeziydi. Bugün ise Rusya'nın "egemen" yani (otoriter ve sözde) demokrasisinin başka ülkelere model, esin kaynağı olma vasfı sıfır. Bugün Rusya komşularının çoğu açısından saldırganlaşmasından korkulan, ne yapacağının kestirilmesi güç bir devlet konumunda. Moskova'nın Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlığını tanıma kararı, uluslararası toplulukta hemen hiç kimseyi sevindirmediği gibi, başta Çeçenler olmak üzere ayrılıkçı hareketlerin hedefi olan Rusya Federasyonu'na bir bedel ödetebilir.

Savaş, Rusya'nın askerî yetenekleri konusunda da soru işaretleri doğurdu. Bazı gözlemcilere göre, görece zayıf bir hasım olan Gürcistan'a karşı en seçkin birliklerini kullanarak büyük bir güç gösterisinde bulunması, gerçekte Rusya'nın askerî bakımdan fazla güçlü olmadığının bir belirtisi. Bugünkü Rus ordusu, Sovyet ordusunun bir gölgesinden ibaret. Evet Rusya, enerji fiyatlarındaki olağanüstü artışın sağladığı büyük malî imkanlara sahip. Ama bu, nüfusun azalması ve yaşlanması, alkolizmin yayılması, yaygın yoksulluk gibi çok ciddi sosyal problemlerle karşı karşıya olduğu gerçeğini değiştirmiyor. (Bkz. Paul Rogers, Open Democracy, 21 Ağustos)

Rusya, askerî bakımdan Gürcistan'ı dize getirdi. Ancak öyle görünüyor ki savaşın politik ve stratejik sonuçları Moskova için hiç iyi olmayacak. Bu, ABD için de geçerli. SSCB'nin dağılmasından bu yana Washington'ın izlediği temel politika, güçsüzlüğünden yararlanarak Rusya'yı çevreleyen ülkelerde Batı yanlısı rejimler kurulmasına destek ve bunların Batı ittifakına dahil edilmeleri oldu. Soğuk Savaşı kaybettiği için, Rusya'nın hemen her şeye razı olacağı varsayımına dayalı Amerikan politikası, kuşatıldığı sonucuna varan Moskova'yı derinden kaygılandırdığı gibi tahrik de etti.

Kafkasya krizi, Washington'un izlediği politikayı ciddi olarak gözden geçirmesi, Rusya'yı tahrikten kaçınması gerektiğini gösteriyor. Savaş tahrikçiliğinin kimseye bir yararı yok. Ayrıca, askeri kapasitesini Irak ve Afganistan'a bağlamış olan ABD, yarın NATO üyesi olsalar bile Gürcistan'ı ya da Ukrayna'yı ya da herhangi başka bir ülkeyi savunmak için Rusya ile savaşa girişecek konumda değil. The Guardian yazarı Max Hastings'in çok yerinde olarak belirttiği üzere, "Eğer Barack Obama başkanlık seçimini kazanacak olursa, dünyanın bundan en büyük umudu, ABD'nin geleneksel diplomasiyi canlandırması; İranlılar, Suriyeliler, Hamas ve Ruslar dahil herkesle konuşmanın erdemini yeniden keşfetmesi olabilir. Başarılı diplomasi, biraz al - biraz ver, biraz kazan - biraz kaybet ilkelerinin değerinin kabulünü de kapsar." (18 Ağustos)

Söz konusu politikayı, yani diplomasiye öncelik verme, sorunları görüşme, diyalog, uzlaşma yoluyla çözüm arama politikasını (dört başı mamur bir şekilde olmasa da) uygulamaya çalışan ülkenin, AKP iktidarı altında Türkiye olduğu muhakkak. Evet, Ankara her iki tarafla da mevcut yakın ilişkileri nedeniyle Rusya ile Gürcistan arasında çıkan savaşta güç bir durumda kaldı ve çıkarları tehlikeye girdi. Ama söz konusu ilişkileri sayesinde, Kafkasya'da barış ve istikrarın sağlanmasına, sorunların diyalogla çözülmesine katkıda bulunabilecek bir konuma sahip. Ankara'nın daha 2000 yılında ortaya attığı ve şimdi canlandırmaya çalıştığı Kafkas İstikrar Platformu (KİP) girişimin, gerek bölgede suların durulmasını sağlamak gerekse kendi ulusal çıkarlarını güven altına almak açısından Türkiye için bir imkan olduğu söylenebilir.

Niçin? Bu soru başka bir yazının konusu.

 
Kaynak: Zaman