1950'nin başlarından itibaren Büyük Doğu Mecmuası, Serdengeçti gibi  bazı dergiler çıkıyordu. Bu arada Sebilürreşad, Türk Ruhu gibi kısa  vadeli dergiler de çıkardık. Bu dergilerin hepsi sıkı bir kontrol  altındaydı. Suç olsun olmasın bunlar sık sık kapatılırdı. Bu dergilerin  kapatılması, resimlerle satılan gazete ve dergilerin tirajının artması  beni üzüyordu.
 
 Şahsım itibarıyla aldığım tedbirler şunlardı:
 
 Büyük Doğu Gazetesi'ni İstanbul'da sadece bir kitabevi satardı: Gayret  Kitabevi. Hatırladığıma göre bu kitabevinin sahibi Ermeni bir hanımdı.  Ben ona gittim, dedim ki, "Büyük Doğu Gazetesi'nin satılmayanlarını iade  etmeyin, ben gelip alacağım." Onunla böyle anlaştık. Bu dergileri  alırdım, Maltepe'ye kadar trenle giderdim, trenin penceresinden tek tek  bu dergileri atardım. Sabah namazından sonra aynı dergileri bazı  apartmanların kapısına bırakırdım. Rahmetli Necip Fazıl şöyle derdi:  "Biz bir kuş gibiyiz. Ağzımızdaki taneyi bırakalım. Yeşermezse toprak  utansın."
 
 Şevket Eygi, Yeni İstiklal Gazetesi'ni çıkarırdı. Ona dedim ki,  "Satılmayan nüshaları bana bedava ver", "olur" dedi. Cağaloğlu'nda bir  bodrum katta asker arkadaşlarla izinli olduğu günlerde toplanırdık. Üç  tane Yeni İstiklal Gazetesi'ni sarardık, onları on santimlik bir kâğıtla  bağlardık. PTT'den pul yerine geçecek mühür satın aldık. Nüfus  sayımıyla alakalı bir kitabı da Devlet Arşivleri'nden aldık. Yüz bin  tane il ve ilçeye gazete gönderme kararı aldık. Mesela, "Erzincan'ın Til  Köyü Muhtarlığı'na." Böylece çuval çuval PTT'ye gazete ve dergi verdik.  Bir yazı geldi PTT'den, "Gönderdiğiniz matbuatı adreslerine göndermeye  vasıtalarımız yeterli değil. Bu sebepten paketlerimiz iade edilecektir."  dediler. Ve artık bizden toptan gazeteleri almadı PTT. Fakat bu  çalışmamız 6 ay devam etti. Anladık ki yüz bin adrese matbuat göndermek  zor. Fakat bin tanesine göndermek kolay. Bizim düşüncemiz şuydu:  Köylüler ekseriyetle pencerelerine gazete yapıştırırlar soğuktan  korunmak için. Hürriyet Gazetesi yerine Yeni İstiklal Gazetesi'ni  yapıştırsınlar, belki bu vesileyle de okumuş olurlar.
 
 Salih Özcan da Hilal Mecmuası'nı çıkarırdı. Ona aboneler topladık. Büyük  Doğu Gazetesi'ni daha sonraları Toker Yayınevi çıkardı. On binden fazla  dağıtamadı. Bir sohbette Necip Fazıl şöyle dedi: "Allah demenin yasak  olduğu devirlerde Büyük Doğu Gazetesi 50.000 basarken Demokrat Parti  devrinde hava biraz daha ısındı. Daha fazla satmamız gerekirken neden  Büyük Doğu'nun tirajı azaldı?" İzin istedim, Büyük Doğu Gazetesi'ni  nasıl dağıttığımı anlattım. "Tamam dedi, bu işler gönüldaşlarımızla  yürür, başka türlü yürüyemez. Öyleyse gönüldaşlarımızın sayısını  artırmaya çalışalım."
 
 Bediüzzaman Said Nursi de sadece tahkiki iman üzerinde durdu. Risale-i Nurların bütünü tahkiki imanla alakalıdır.
 
 TCK'nın 163. maddesine göre durum şöyleydi: Laik, Demokratik, Atatürkçü  Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini dini esaslara uyduranlar  cezalandırılır. Devletin temellerini değiştirmek gibi bir suçlama ortaya  atılınca bunun cezası idama kadar gider. Kimseyi idam etmediler, fakat  1950 seçimlerinde Demokrat Parti'yi iktidara getiren Milliyetçiler  olduğu için en çok tevkifler, takipler Demokrat Parti zamanında oldu;  halk Demokrat Parti'den geri çekilsin, CHP'yi tutsun diye.
 
 Mesela tanımadığım birisi bana gelir, "Ağabey bana Lem'alar lazım" der.  Ben onun ismini, adresini alırdım. Akşam namazından sonra o kitabı  pardösümün içine sokar götürür, o adrese teslim ederdim. Parasını peşin  verirler, veresiye alırlar, vermezler... Orası mühim değildi.