12 Eylül ve eski defterler

Dün 12 Eylül'ün yıldönümüydü. Ben sol hareketin tüm zaaflarını 12 Eylül'ün sonuçlarına bağlama yanlısı değilim. Dahası, bu mazerete sığınmanın, solun siyasi ufkunu daralttığını düşünenlerdenim. Ama, tüm bunlar, 12 Eylül rejiminin hakkıyla sorgulanması ihtiyacını gölgelememeli. 'Darağacında üç fidan' romantizmi ile gidilecek yol sınırlı, ama darağacına gönderilen fidanları hatırlamakta fayda var.
Dün, gazetelerde, 12 Eylül'de yaşı büyütülerek idama gönderilen Erdal Eren'in asılmasına karşı çıkan Askeri Yargıtay üyesi Albay Ahmet Turan'ın açıklamaları yayımlandı. Apar topar asılan çocuk yaşta Eren'in fotoğraflarının rahatsız etmediği vicdan var mı, olabilir mi?
Sol, bu ülkede toplumdan uzak düşmüştü, sol ideolojilerin genel olarak ciddi darboğazları vardı, hepsi tamam. Ama hikâyenin tümü bu muydu? 12 Eylül ve bu ülkede olanların ötesinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm dünyada esip savuran Soğuk Savaş'ı hafife almayalım. Adı gibi, çok ama çok soğuk, insanlığın dondurulduğu bir dönemdi. Sovyet tesiri, otoriter komünizm diye, insanlıktan, adaletten bahseden herkes, her şey mahkûm edildi, işkence gördü. Soğuk Savaş döneminde tüm dünyada, dünya savaşlarındakine eşit, belki daha fazla insan öldürüldü. Psikolojik savaş çerçevesinde, bir büyük gözaltı dönemi yaşandı. Batı dünyası dışında kanlı operasyon ve çatışmalarla darbeler, rejim değişiklikleri, bölge savaşları yaşandı. Batı demokrasileri dediğimiz rejimler, CIA bağlantılı istihbarat operasyonları alanı oldu. 'Demokrasinin beşiği' İngiltere'de, sonradan kendisi de, bu gözaltı rejimiyle işbirliği yaparak arkadaşlarını fişleyen ünlü yazar George Orwell'in dahi fişlendiği ortaya çıktı.
12 Eylül, Soğuk Savaş'ın son perdesinin, Türkiye'deki tezahürüdür. Mesele sadece askeri rejim değil, bu büyük tabloda askeri rejimin üstlendiği roldür. Geçen hafta sonu, Seyfi Öngider'in, Radikal İki'de çıkan yazısına bu gözle bir kez daha bakın. Tüm bunlar olup bittikten sonra, o dönemde, komünizmle mücadele ve milliyetçilik adı altında Soğuk Savaş'ın bu ülkede tatbikatını yapanlar, şimdi herkese demokrasi dersi vermeye kalkıyor. Artık demokrasiye inanıyor olabilirler, ama önce geçmişlerinin bir hesabını versinler.
Kimseyi geçmişi ile mahkûm edelim, ömür boyu zanlı muamelesi yapalım demiyorum, ama önce samimiyetle neler geçirdiğimizin hesaplaşmasını yapmak zorundayız. Soğuk Savaş'ın bittiğinin ilan edilmesi, meseleyi çözmüyor, olan biteni açıklamıyor. Ne bitti, nasıl bitti, şimdi neredeyiz sorularını hakkıyla konuşmak zorundayız. Bu açıdan eski defterleri açmakta fayda var. Dün, masum öğrencilerin ölüm fermanını verenler, onlara yoldaşlık edenler, belinde tabanca ile solcu kovalayanlar, neyi, nasıl, niçin yaptıklarını açık kalplilikle anlatmadan temize çıkamaz. Hele demokrasi dersi hiç veremez.
Seçim sonrasında, tüm muhafazakâr basın, CHP üzerinden Türkiye'de sol meselesi üzerine kalem oynatmaya başladı. Türkiye'de sola ne olduğunu CHP'den önce, onlara sormak lazım. Türkiye'de solu CHP temsil ediyor değildi, CHP üzerinden sol analizi yapmak, solu mahkûm etmek kolay. Onlar önce, şimdi karşı çıktıkları devletle işbirliği yapıp boğazladıkları, dövdükleri, nefes aldırmadıkları solcuların hesabını versin. Sola ne olduğunu en iyi onlar bilir.
Şimdi, 'Türkiye'de sol sol değil' demenin anlamı yok, sanki sol sol iken, bu arkadaşlar 'Bakalım sol ne diyor' demişler, sola yaşama hakkı tanımışlar gibi yapmaları kadar büyük bir ikiyüzlülük olamaz. Dahası, meğer memlekette ne çok solcu varmış. Gün geçmiyor, sağ bir politikacı veya yazar, Nâzım Hikmet hayranı çıkıyor. Che Guevera'nın resmi basılı tişörtlerin disco kıyafeti olduğu devirde Nâzım hayranı olmak iş değil. Zamanında Nâzım okuyanları niye sopaladıklarını, en azından sopalanmasına neden ses çıkarmadıklarını anlatsınlar. Hiç olmazsa günah çıkarsınlar, açık yüreklilikle yeni bir başlangıç yapmak ancak samimi bir adımla, eski defterleri iyi bir başlangıç için, son bir kez açmakla mümkün olabilir.

 

Kaynak: Radikal